Toplantıda konuşan Avukat Köksal Bayraktar, dava kapsamında Cumhuriyet Savcısının esas hakkındaki mütalaasını sunduğunu anımsatarak, sözde Ergenekon örgütüyle ilgili ortaya konan iddialar ile ithamların yanlış ve asılsız olduklarını belirtti.
“BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ, HABERAL’IN MÜLKİYETİNDE DEĞİLDİR” Bayraktar şöyle dedi: “Esas hakkındaki mütalaa 2 bin 271 sayfayla, bugüne kadar görülmemiş uzunlukta bir mütalaadır. Çünkü bu dava maalesef, 22 davanın birleştirilmesinden, 22 iddianamenin birleştirilmesinden oluşmuş ve bugüne kadar yürütülmüş bir davadır. Bu yönden de hatalıdır. Çünkü bir davayı siz alabildiğine genişletirseniz, o davada savunmaya önem vermezsiniz. O davada bir takım resmi belgelere, tanık ifadelerine önem vermezsiniz. Maalesef burada karşılaştığımız durum da bu olmuştur. Esas hakkındaki mütalaa, çoğunlukla iddianamenin bir tekrarıdır. Yani dört yıldan bu yana savunmanın tüm çabaları ve maalesef şüphelilerin tüm gayretleri bir kenara bırakılmış, iddianame tekrar edilmiş ve esas hakkındaki mütalaa olarak karşımıza çıkmıştır. Bu kesinlikle doğru değildir. Mütalaada deniliyor ki, ‘Sayın Haberal, Başkent Üniversitesi’nin adeta sahibidir ve onun kullanımına bırakılmıştır.’ Bu tamamen yanlıştır. Türk insanına, Türk gençliğine, Türk toplumuna adeta armağan edilen ve Mehmet Haberal’ın, etrafındaki yakın arkadaşlarının gece-gündüz demeden aylarca didinerek kurdukları bu üniversite, katiyen Mehmet Haberal’ın mülkiyetindeki bir üniversite değildir. Onun kullanımına da tahsis edilmemiştir. Nitekim, dört yıldan bu yana bu üniversite faaliyetlerini devam ettirmektedir. Yalnızca üniversite de değil; ülkenin çeşitli yerlerinde Trabzon’da, Ankara’da, Antalya’da, İstanbul’daki hastaneler ve dispanserler de görevine devam etmektedir. Dolayısıyla, Başkent Üniversitesi’nin bir küçültücü üslupla Mehmet Haberal’ın mülkiyetinde bir gayrimenkul gibi gösterilmesi, son derece yanlıştır. Ve yaklaşımın adeta ne kadar gayriinsanî olduğunu göstermektedir.”
“SAVUNMA DELİLLERİMİZ, TANIKLARIMIZ VE BELGELERİMİZ GÖZ ARDI EDİLDİ” Yargılamada, savunma olarak çeşitli delilleri ileri sürdüklerini, resmi belgeler sunduklarını ve pek çok tanık dinlettiklerini anlatan Bayraktar, şöyle devam etti: “Ama görüyoruz ki esas hakkındaki mütalaada, bunlara hiç değer verilmemiş. Bu ne kadar hatalı bir harekettir… Savunma görevini yapar, yargılama görevini yapar ama iddia makamı da görevini yapar. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun amir bir hükmü var. Cumhuriyet savcıları, aleyhe delil topladığı gibi, lehte delil de toplar. Bizim ileri sürdüğümüz tüm delilleri, maalesef savcılık, iddia makamı göz ardı etmiştir. Ve bu göz ardı etme keyfiyetinden denilmektedir ki, ‘Mehmet Haberal ve yargılanan sanıkların çoğu, cebir ve şiddetle hükümeti devirmeye teşebbüs etmişlerdir’. Türkiye’de on yıldan bu yana hükümet görev başında mıdır, değil midir? Türkiye’de on yıldan bu yana, hükümetin hangi çalışması engellenmiştir. Cebir, şiddet demek, sokaklarda tankların yürümesi demektir. Bölük bölük askerin yürümesi demektir. Cebir, şiddet burada yoktur. Nitekim, yargılama sırasında ve bizzat çapraz sorguda, savcı Sayın Haberal’a 185 soru sormuştur. Bu 185 sorudan biri dahi, cebir ve şiddetle ilgili değildir. Çünkü yoktur. Ayrıca mahkeme, ısrarlı taleplerimiz üzerine Emniyet Genel Müdürlüğü’ne, Milli İstihbarat Teşkilatı’na, Jandarma Genel Komutanlığı’na ve Genelkurmay Başkanlığı’na yazı yazarak, ‘Ergenekon adlı bir terör örgütü var mıdır’ diye sormuştur. İkinci olarak da ‘Bu örgütler bünyesinde cebir ve şiddete dayanan eylemler yapılmış mıdır’ diye sorulmuştur. Gelen yanıt ‘Hayır’. Emniyet Genel Müdürlüğü, Milli İstihbarat Teşkilatı böyle bir örgütü tanımadığını, Jandarma Genel Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı böyle bir örgütün bulunmadığını söylemiştir. Tüm bunlara karşılık, şimdi karşımıza geçerek ‘cebir, şiddet vardır’ denilmesi son derece yanlıştır. Gerçeği saptırmadır ve gerçeği örtmedir.”
“HABERAL’IN, İKİ EYLEMİN FAİLLERİYLE DE HİÇBİR BAĞI YOKTUR” CHP Zonguldak Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın dava kapsamında, bazı kişilerle bağlantılı olduğunun ve bir örgütün içerisinde yer aldığının iddia edildiğini dile getiren Bayraktar, bunun tamamıyla yanlış olduğunu vurguladı. Bayraktar, “Mehmet Haberal ile ilişkili olduğu iddia edilen 37 kişinin 15’ini Sayın Haberal sosyal ve mesleki ilişkileri nedeniyle tanımaktadır. 10 kişiyi hayatında görmemiştir. Diğer iki kişiyle ise beş yıldan bu yana hiçbir teması olmamıştır. Dolayısıyla Mehmet Haberal’ın bir örgütün içerisinde var olduğunu ileri sürmek son derece yanlıştır.” dedi. Bayraktar, şu görüşlere yer verdi: “Sayın Haberal’ın yapmadığı bir takım telefon görüşmelerini, yapmış gibi ileri sürmek ya da yaptığı görüşmelere bazı yorumlar katmak son derece yanlıştır. Telefon dinlemeleri de, Haberal’ın şahsi telefonu için dinleme kararı alınarak yapılmamıştır. Başkent Üniversitesi santrali dinlenmiş ve bu görüşmelerden bir ya da iki konuşma alınmıştır. Bu konuşmalarla ilgili olarak da savcı kendisine göre bir takım yorumlar getirmiştir. Haberal’ın, milli kuvvetleri birleştirme misyonu içinde olduğu iddia edilmiştir. Hiçbir telefon konuşmasında böyle bir durum yoktur.
Mütalaada denilmiştir ki ‘Danıştay Suikastı yapıldı. Cumhuriyet Gazetesi’ne bomba konulmuştur cebir ve şiddet hareketleri bunlardır.’ Danıştay Suikastı ve Cumhuriyet Gazetesi’ne konulan bombanın failleriyle müvekkilimin hiçbir bağlantısı yoktur. Bu kişileri bugüne kadar görmemiştir, tanımamıştır hiçbir şekilde bunlarla bir ilişkisi olmamıştır. Dünyaca ünlü bir cerrah, ilkleri gerçekleştirmiş bir bilim adamı ve binlerce hayat kurtarmış bir insan olan müvekkilimizin, suikast ve bombalı eylemlerle bir tutan yorum ve iddiaları nefretle reddetmekteyiz ve kınamaktayız. Belirtilen tarihlerde, belirtilen yerlerde bile olmayan, dünyaca ünlü, kongrelerden kongrelere koşan, Türk insanının yüzünü ağartan raporlar sunan bir bilim adamını suçlamak kadar ağır bir itham olamaz.”
“ANAYASAL HAKLAR, HABERAL İÇİN SUÇ UNSURU OLARAK DEĞERLENDİRİLDİ” Avukat Dilek Helvacı ise, 82 Anayasası’nda bile her ferde tanınan anayasal haklar olan siyasi parti kurma, sivil toplum faaliyetlerinde bulunma ve düşünce, ifade özgürlüğü gibi temel hakların, hükümete karşı darbeye teşebbüs eden cebir tehdit unsurları olarak değerlendirildiğinin görüldüğünü ifade etti. Bu noktanın, ülkede hukukun geldiği yer bakımından kaygı verici olduğunun altını çizen Helvacı, şöyle devam etti: “Bu anayasal hakların mütalaada bir suç unsuru gibi görülmesi, demokratik bir hukuk devletinde kabul edilemez yaklaşımlardır. Bunların birisi, Milli Egemenlik Hareketi’nin tamamen yasal ve kamuoyuna açık olarak yapılan toplantılarıdır. Eski Dışişleri Bakanlarımızdan Sayın Kamuran İnan başkanlığında yürütülen bu faaliyetlere, dönemin bürokratları, gazeteciler ve akademisyenler katılmıştır. Tamamen yasal olan bu toplantılar, bu mütalaada bir örgüt toplantısı gibi gösterilmiştir. Sayın Haberal, mesleki çalışmaları nedeniyle bu toplantılara ancak zaman zaman katılmıştır. Müvekkilimiz söz konusu olduğunda suç unsuru olarak gösterilen bu toplantılar, toplantıyı düzenleyen ve katılımcıları davet eden eski Bakanlardan ve Milli Egemenlik Hareketi Genel Sekreteri Ufuk Söylemez, eski Müsteşar Yaşar Yazıcıoğlu, Prof. Dr. Hasan Ünal ve Taciser Onuk hakkında hukuka aykırı bir unsur olmadığı tespit edilerek, kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Bu da mütalaada, gerçekte suç olmayan tamamıyla anayasal faaliyetlerin, konu müvekkilimiz olduğunda suni bir suç ve suçlu olarak gösterilmeye çalışıldığının açık gayretini ortaya koymaktadır.”
Prof. Dr. Haberal’ın telefonlarının mahkeme kararı olmaksızın dinlenmesi nedeniyle yasadışı delil niteliğinde olduğunu ve yargılamaya esas teşkil edemeyeceğini de dile getiren Helvacı, “Ancak mütalaaya baktığımızda bu yasadışı delillerden bile medet umulduğu görülmektedir. Ve olmayan konuşmalar, bir takım yorumlarla örgütsel irtibat gibi gösterilmeye çalışılmıştır.” şeklinde konuştu. Merhum Başbakan Bülent Ecevit’in Başkent Üniversitesi’ndeki tedavi süreci ile ilgili iddialara da cevap veren Avukat Helvacı, dava kapsamında tanık olarak dinlenen Recai Birgün ve Mücahit Pehlivan’ın iddialarının gerçeği yansıtmadığını söyledi. ‘Bülent Ecevit’e uzun süreli yatak istirahatı telkini edildiği’ şeklindeki iddiaların da doğru olmadığını anlatan Helvacı, Merhum Ecevit’in kendi ifadeleriyle de ‘Karaoğlan’ isimli belgesel filmin görüntülerinde, kendisine böyle bir telkinde bulunulmadığını söylediğini vurguladı. Bunların sağlık raporlarında da açıkça görüldüğünü belirten Avukat Helvacı, Bülent Ecevit’in hastaneden taburcu olduktan sonra Haberal’a birçok kez teşekkür ettiğini söyledi.
“CUMHURBAŞKANLIĞINI KABUL ETMEYEN BİRİ, NASIL OLUR DA DARBEYE TEŞEBBÜSLE SUÇLANABİLİR?” Helvacı, şunları kaydetti: “Sayın Emrehan Halıcı, ‘Sayın Haberal’a Cumhurbaşkanlığı teklifini, bizzat Ecevit’in talimatıyla ben ilettim’ demiştir ve Sayın Haberal’ın ise ‘Ben bir bilim adamıyım, hastalarım var ve ben ülkemizde parlamenter bir rejimde Cumhurbaşkanının mutlaka Meclis içerisinden seçilmesi gerektiğine inanıyorum, bu nedenle çok teşekkür ediyorum ama bu onurlu teklifi kabul edemem’ dediğini iletmiştir. ‘Cumhurbaşkanlığı gibi devletin en üst makamını kabul etmeyen bir kişi nasıl olur da darbeye teşebbüs ithamıyla karşı karşıya kalır? Daha üst bir mevkii yok ki, bu kişi böyle bir teşebbüsün içerisinde olamaz, bu iddiaları inandırıcı bulmuyorum’ demiştir. Müvekkilim, bu teklif konusunda kamuoyuna yaptığı açıklamada da bu ifadeleriyle, demokrasiye olan inancını ortaya koymuştur. Bu da, mütalaanın ne derece önyargılı olduğunu ve salt sanıkları suçlamak adına yapılan bir suçlama dökümanından ibaret olduğunu ortaya koymaktadır.
Sayın Haberal, tutuklu olduğu süreçte milletvekili seçilmiştir. Bir milletvekilinin de tutuklu olarak yargılanması, ülkemiz demokrasisi adına utanç verici bir durumdur. Daha önce yaşanan örnekte, seçilen bir milletvekili derhal serbest bırakılmıştır. 1950’den bu yana ülkemizde bunun üç örneği vardır. Ancak Sayın Haberal’ın hem bir milletvekili, hem de bilim adamı kimliğiyle kaçma şüphesi gerekçe gösterilerek tutuklu yargılanmaya devam edilmesi, hukuksal dayanaktan yoksundur. Haberal bugüne kadar 35 ulusal ve uluslararası bilimsel örgüt kurmuştur. Evet, bu örgütlerin yöneticisidir Sayın Haberal. 22’den fazla ulusal ve uluslararası kongreyi düzenlemiştir. Bunlar örgütsel toplantılardır ancak bilimsel içeriklidir. Bugüne kadar bin 832 böbrek, 342’den fazla karaciğer nakli yapmıştır. Bin 458 bilimsel yayın, ikisi İngilizce ve dördü Türkçe altı kitap yayınlamıştır; bu konuda da Türkiye’de birinci, dünyada ikinci sıradadır. Ulusal ve uluslararası alanda 26 ödül almıştır.
Müvekkilimiz mahkeme huzurundaki sorgusunda hep ‘Suçum ne?’ diye soruyordu. Ancak bir bu mütalaa karşısında bugün artık suçunun olmadığını hepimiz gördük ve tüm kamuoyu gördü. Müvekkilimiz bu mütalaa karşısında artık ‘Suçum ne?’ diye sormaktan vazgeçti. Bugün artık ‘Ülkeme hizmetin bedeli ağırlaştırılmış müebbet mi olmalıydı?’ diye soruyor. Bunun takdirini de kamuoyuna bırakıyoruz.”
“TUTUKLU OLMASINA RAĞMEN, HİZMET ETMEKTEN GERİ DURMADI” Avukat Kaan Oral da, Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın, ülkemizde ve dünyada ilklere imza atan değerli bir bilim insanı olduğunu ifade ederek, Türkiye’ye yüz akı tesisler kazandırdığını söyledi. Haberal’ın, tutuklanmasına karşın bilimsel faaliyetlerine devam ettiğini anlatan Oral, gelişmiş ülkelerde Haberal gibi insanlığa faydalı çalışmalar yürüten bilim adamları için her türlü olanağın sağlandığını belirterek, “Ülkemizde ise bu durum tam tersi biçimde işlemektedir. Sayın Haberal ülkemize, milletimize, insanlığa hizmet etmesi engellenmek amacıyla tutuklanmıştır. Buna rağmen Sayın Haberal, tutuklu olduğu dönem içerisinde de faaliyetlerine ve ülkesine hizmet etmeye devam etmiştir.” dedi. Haberal’ın tutuklanmasından sonraki süreçte devam ettiği bilimsel çalışmalarından örnekler veren Oral, “Sayın Haberal, hukuka aykırılıklarla mücadele edip özgürlüğünden yoksun olmasına rağmen ülkesine hizmet etmekten geri durmamış, elindeki kısıtlı olanaklarla faaliyetlerini devam ettirmiştir.” diye konuştu.
04 Nisan 2013 23:48
Toplantıda konuşan Avukat Köksal Bayraktar, dava kapsamında Cumhuriyet Savcısının esas hakkındaki mütalaasını sunduğunu anımsatarak, sözde Ergenekon örgütüyle ilgili ortaya konan iddialar ile ithamların yanlış ve asılsız olduklarını belirtti.
“BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ, HABERAL’IN MÜLKİYETİNDE DEĞİLDİR” Bayraktar şöyle dedi: “Esas hakkındaki mütalaa 2 bin 271 sayfayla, bugüne kadar görülmemiş uzunlukta bir mütalaadır. Çünkü bu dava maalesef, 22 davanın birleştirilmesinden, 22 iddianamenin birleştirilmesinden oluşmuş ve bugüne kadar yürütülmüş bir davadır. Bu yönden de hatalıdır. Çünkü bir davayı siz alabildiğine genişletirseniz, o davada savunmaya önem vermezsiniz. O davada bir takım resmi belgelere, tanık ifadelerine önem vermezsiniz. Maalesef burada karşılaştığımız durum da bu olmuştur. Esas hakkındaki mütalaa, çoğunlukla iddianamenin bir tekrarıdır. Yani dört yıldan bu yana savunmanın tüm çabaları ve maalesef şüphelilerin tüm gayretleri bir kenara bırakılmış, iddianame tekrar edilmiş ve esas hakkındaki mütalaa olarak karşımıza çıkmıştır. Bu kesinlikle doğru değildir. Mütalaada deniliyor ki, ‘Sayın Haberal, Başkent Üniversitesi’nin adeta sahibidir ve onun kullanımına bırakılmıştır.’ Bu tamamen yanlıştır. Türk insanına, Türk gençliğine, Türk toplumuna adeta armağan edilen ve Mehmet Haberal’ın, etrafındaki yakın arkadaşlarının gece-gündüz demeden aylarca didinerek kurdukları bu üniversite, katiyen Mehmet Haberal’ın mülkiyetindeki bir üniversite değildir. Onun kullanımına da tahsis edilmemiştir. Nitekim, dört yıldan bu yana bu üniversite faaliyetlerini devam ettirmektedir. Yalnızca üniversite de değil; ülkenin çeşitli yerlerinde Trabzon’da, Ankara’da, Antalya’da, İstanbul’daki hastaneler ve dispanserler de görevine devam etmektedir. Dolayısıyla, Başkent Üniversitesi’nin bir küçültücü üslupla Mehmet Haberal’ın mülkiyetinde bir gayrimenkul gibi gösterilmesi, son derece yanlıştır. Ve yaklaşımın adeta ne kadar gayriinsanî olduğunu göstermektedir.”
“SAVUNMA DELİLLERİMİZ, TANIKLARIMIZ VE BELGELERİMİZ GÖZ ARDI EDİLDİ” Yargılamada, savunma olarak çeşitli delilleri ileri sürdüklerini, resmi belgeler sunduklarını ve pek çok tanık dinlettiklerini anlatan Bayraktar, şöyle devam etti: “Ama görüyoruz ki esas hakkındaki mütalaada, bunlara hiç değer verilmemiş. Bu ne kadar hatalı bir harekettir… Savunma görevini yapar, yargılama görevini yapar ama iddia makamı da görevini yapar. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun amir bir hükmü var. Cumhuriyet savcıları, aleyhe delil topladığı gibi, lehte delil de toplar. Bizim ileri sürdüğümüz tüm delilleri, maalesef savcılık, iddia makamı göz ardı etmiştir. Ve bu göz ardı etme keyfiyetinden denilmektedir ki, ‘Mehmet Haberal ve yargılanan sanıkların çoğu, cebir ve şiddetle hükümeti devirmeye teşebbüs etmişlerdir’. Türkiye’de on yıldan bu yana hükümet görev başında mıdır, değil midir? Türkiye’de on yıldan bu yana, hükümetin hangi çalışması engellenmiştir. Cebir, şiddet demek, sokaklarda tankların yürümesi demektir. Bölük bölük askerin yürümesi demektir. Cebir, şiddet burada yoktur. Nitekim, yargılama sırasında ve bizzat çapraz sorguda, savcı Sayın Haberal’a 185 soru sormuştur. Bu 185 sorudan biri dahi, cebir ve şiddetle ilgili değildir. Çünkü yoktur. Ayrıca mahkeme, ısrarlı taleplerimiz üzerine Emniyet Genel Müdürlüğü’ne, Milli İstihbarat Teşkilatı’na, Jandarma Genel Komutanlığı’na ve Genelkurmay Başkanlığı’na yazı yazarak, ‘Ergenekon adlı bir terör örgütü var mıdır’ diye sormuştur. İkinci olarak da ‘Bu örgütler bünyesinde cebir ve şiddete dayanan eylemler yapılmış mıdır’ diye sorulmuştur. Gelen yanıt ‘Hayır’. Emniyet Genel Müdürlüğü, Milli İstihbarat Teşkilatı böyle bir örgütü tanımadığını, Jandarma Genel Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı böyle bir örgütün bulunmadığını söylemiştir. Tüm bunlara karşılık, şimdi karşımıza geçerek ‘cebir, şiddet vardır’ denilmesi son derece yanlıştır. Gerçeği saptırmadır ve gerçeği örtmedir.”
“HABERAL’IN, İKİ EYLEMİN FAİLLERİYLE DE HİÇBİR BAĞI YOKTUR” CHP Zonguldak Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın dava kapsamında, bazı kişilerle bağlantılı olduğunun ve bir örgütün içerisinde yer aldığının iddia edildiğini dile getiren Bayraktar, bunun tamamıyla yanlış olduğunu vurguladı. Bayraktar, “Mehmet Haberal ile ilişkili olduğu iddia edilen 37 kişinin 15’ini Sayın Haberal sosyal ve mesleki ilişkileri nedeniyle tanımaktadır. 10 kişiyi hayatında görmemiştir. Diğer iki kişiyle ise beş yıldan bu yana hiçbir teması olmamıştır. Dolayısıyla Mehmet Haberal’ın bir örgütün içerisinde var olduğunu ileri sürmek son derece yanlıştır.” dedi. Bayraktar, şu görüşlere yer verdi: “Sayın Haberal’ın yapmadığı bir takım telefon görüşmelerini, yapmış gibi ileri sürmek ya da yaptığı görüşmelere bazı yorumlar katmak son derece yanlıştır. Telefon dinlemeleri de, Haberal’ın şahsi telefonu için dinleme kararı alınarak yapılmamıştır. Başkent Üniversitesi santrali dinlenmiş ve bu görüşmelerden bir ya da iki konuşma alınmıştır. Bu konuşmalarla ilgili olarak da savcı kendisine göre bir takım yorumlar getirmiştir. Haberal’ın, milli kuvvetleri birleştirme misyonu içinde olduğu iddia edilmiştir. Hiçbir telefon konuşmasında böyle bir durum yoktur.
Mütalaada denilmiştir ki ‘Danıştay Suikastı yapıldı. Cumhuriyet Gazetesi’ne bomba konulmuştur cebir ve şiddet hareketleri bunlardır.’ Danıştay Suikastı ve Cumhuriyet Gazetesi’ne konulan bombanın failleriyle müvekkilimin hiçbir bağlantısı yoktur. Bu kişileri bugüne kadar görmemiştir, tanımamıştır hiçbir şekilde bunlarla bir ilişkisi olmamıştır. Dünyaca ünlü bir cerrah, ilkleri gerçekleştirmiş bir bilim adamı ve binlerce hayat kurtarmış bir insan olan müvekkilimizin, suikast ve bombalı eylemlerle bir tutan yorum ve iddiaları nefretle reddetmekteyiz ve kınamaktayız. Belirtilen tarihlerde, belirtilen yerlerde bile olmayan, dünyaca ünlü, kongrelerden kongrelere koşan, Türk insanının yüzünü ağartan raporlar sunan bir bilim adamını suçlamak kadar ağır bir itham olamaz.”
“ANAYASAL HAKLAR, HABERAL İÇİN SUÇ UNSURU OLARAK DEĞERLENDİRİLDİ” Avukat Dilek Helvacı ise, 82 Anayasası’nda bile her ferde tanınan anayasal haklar olan siyasi parti kurma, sivil toplum faaliyetlerinde bulunma ve düşünce, ifade özgürlüğü gibi temel hakların, hükümete karşı darbeye teşebbüs eden cebir tehdit unsurları olarak değerlendirildiğinin görüldüğünü ifade etti. Bu noktanın, ülkede hukukun geldiği yer bakımından kaygı verici olduğunun altını çizen Helvacı, şöyle devam etti: “Bu anayasal hakların mütalaada bir suç unsuru gibi görülmesi, demokratik bir hukuk devletinde kabul edilemez yaklaşımlardır. Bunların birisi, Milli Egemenlik Hareketi’nin tamamen yasal ve kamuoyuna açık olarak yapılan toplantılarıdır. Eski Dışişleri Bakanlarımızdan Sayın Kamuran İnan başkanlığında yürütülen bu faaliyetlere, dönemin bürokratları, gazeteciler ve akademisyenler katılmıştır. Tamamen yasal olan bu toplantılar, bu mütalaada bir örgüt toplantısı gibi gösterilmiştir. Sayın Haberal, mesleki çalışmaları nedeniyle bu toplantılara ancak zaman zaman katılmıştır. Müvekkilimiz söz konusu olduğunda suç unsuru olarak gösterilen bu toplantılar, toplantıyı düzenleyen ve katılımcıları davet eden eski Bakanlardan ve Milli Egemenlik Hareketi Genel Sekreteri Ufuk Söylemez, eski Müsteşar Yaşar Yazıcıoğlu, Prof. Dr. Hasan Ünal ve Taciser Onuk hakkında hukuka aykırı bir unsur olmadığı tespit edilerek, kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Bu da mütalaada, gerçekte suç olmayan tamamıyla anayasal faaliyetlerin, konu müvekkilimiz olduğunda suni bir suç ve suçlu olarak gösterilmeye çalışıldığının açık gayretini ortaya koymaktadır.”
Prof. Dr. Haberal’ın telefonlarının mahkeme kararı olmaksızın dinlenmesi nedeniyle yasadışı delil niteliğinde olduğunu ve yargılamaya esas teşkil edemeyeceğini de dile getiren Helvacı, “Ancak mütalaaya baktığımızda bu yasadışı delillerden bile medet umulduğu görülmektedir. Ve olmayan konuşmalar, bir takım yorumlarla örgütsel irtibat gibi gösterilmeye çalışılmıştır.” şeklinde konuştu. Merhum Başbakan Bülent Ecevit’in Başkent Üniversitesi’ndeki tedavi süreci ile ilgili iddialara da cevap veren Avukat Helvacı, dava kapsamında tanık olarak dinlenen Recai Birgün ve Mücahit Pehlivan’ın iddialarının gerçeği yansıtmadığını söyledi. ‘Bülent Ecevit’e uzun süreli yatak istirahatı telkini edildiği’ şeklindeki iddiaların da doğru olmadığını anlatan Helvacı, Merhum Ecevit’in kendi ifadeleriyle de ‘Karaoğlan’ isimli belgesel filmin görüntülerinde, kendisine böyle bir telkinde bulunulmadığını söylediğini vurguladı. Bunların sağlık raporlarında da açıkça görüldüğünü belirten Avukat Helvacı, Bülent Ecevit’in hastaneden taburcu olduktan sonra Haberal’a birçok kez teşekkür ettiğini söyledi.
“CUMHURBAŞKANLIĞINI KABUL ETMEYEN BİRİ, NASIL OLUR DA DARBEYE TEŞEBBÜSLE SUÇLANABİLİR?” Helvacı, şunları kaydetti: “Sayın Emrehan Halıcı, ‘Sayın Haberal’a Cumhurbaşkanlığı teklifini, bizzat Ecevit’in talimatıyla ben ilettim’ demiştir ve Sayın Haberal’ın ise ‘Ben bir bilim adamıyım, hastalarım var ve ben ülkemizde parlamenter bir rejimde Cumhurbaşkanının mutlaka Meclis içerisinden seçilmesi gerektiğine inanıyorum, bu nedenle çok teşekkür ediyorum ama bu onurlu teklifi kabul edemem’ dediğini iletmiştir. ‘Cumhurbaşkanlığı gibi devletin en üst makamını kabul etmeyen bir kişi nasıl olur da darbeye teşebbüs ithamıyla karşı karşıya kalır? Daha üst bir mevkii yok ki, bu kişi böyle bir teşebbüsün içerisinde olamaz, bu iddiaları inandırıcı bulmuyorum’ demiştir. Müvekkilim, bu teklif konusunda kamuoyuna yaptığı açıklamada da bu ifadeleriyle, demokrasiye olan inancını ortaya koymuştur. Bu da, mütalaanın ne derece önyargılı olduğunu ve salt sanıkları suçlamak adına yapılan bir suçlama dökümanından ibaret olduğunu ortaya koymaktadır.
Sayın Haberal, tutuklu olduğu süreçte milletvekili seçilmiştir. Bir milletvekilinin de tutuklu olarak yargılanması, ülkemiz demokrasisi adına utanç verici bir durumdur. Daha önce yaşanan örnekte, seçilen bir milletvekili derhal serbest bırakılmıştır. 1950’den bu yana ülkemizde bunun üç örneği vardır. Ancak Sayın Haberal’ın hem bir milletvekili, hem de bilim adamı kimliğiyle kaçma şüphesi gerekçe gösterilerek tutuklu yargılanmaya devam edilmesi, hukuksal dayanaktan yoksundur. Haberal bugüne kadar 35 ulusal ve uluslararası bilimsel örgüt kurmuştur. Evet, bu örgütlerin yöneticisidir Sayın Haberal. 22’den fazla ulusal ve uluslararası kongreyi düzenlemiştir. Bunlar örgütsel toplantılardır ancak bilimsel içeriklidir. Bugüne kadar bin 832 böbrek, 342’den fazla karaciğer nakli yapmıştır. Bin 458 bilimsel yayın, ikisi İngilizce ve dördü Türkçe altı kitap yayınlamıştır; bu konuda da Türkiye’de birinci, dünyada ikinci sıradadır. Ulusal ve uluslararası alanda 26 ödül almıştır.
Müvekkilimiz mahkeme huzurundaki sorgusunda hep ‘Suçum ne?’ diye soruyordu. Ancak bir bu mütalaa karşısında bugün artık suçunun olmadığını hepimiz gördük ve tüm kamuoyu gördü. Müvekkilimiz bu mütalaa karşısında artık ‘Suçum ne?’ diye sormaktan vazgeçti. Bugün artık ‘Ülkeme hizmetin bedeli ağırlaştırılmış müebbet mi olmalıydı?’ diye soruyor. Bunun takdirini de kamuoyuna bırakıyoruz.”
“TUTUKLU OLMASINA RAĞMEN, HİZMET ETMEKTEN GERİ DURMADI” Avukat Kaan Oral da, Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın, ülkemizde ve dünyada ilklere imza atan değerli bir bilim insanı olduğunu ifade ederek, Türkiye’ye yüz akı tesisler kazandırdığını söyledi. Haberal’ın, tutuklanmasına karşın bilimsel faaliyetlerine devam ettiğini anlatan Oral, gelişmiş ülkelerde Haberal gibi insanlığa faydalı çalışmalar yürüten bilim adamları için her türlü olanağın sağlandığını belirterek, “Ülkemizde ise bu durum tam tersi biçimde işlemektedir. Sayın Haberal ülkemize, milletimize, insanlığa hizmet etmesi engellenmek amacıyla tutuklanmıştır. Buna rağmen Sayın Haberal, tutuklu olduğu dönem içerisinde de faaliyetlerine ve ülkesine hizmet etmeye devam etmiştir.” dedi. Haberal’ın tutuklanmasından sonraki süreçte devam ettiği bilimsel çalışmalarından örnekler veren Oral, “Sayın Haberal, hukuka aykırılıklarla mücadele edip özgürlüğünden yoksun olmasına rağmen ülkesine hizmet etmekten geri durmamış, elindeki kısıtlı olanaklarla faaliyetlerini devam ettirmiştir.” diye konuştu.