İnsanı ve toplumu anlatmak temeline dayanan sanat, ‘insana rağmen’ üretilmesi söz konusu olduğunda sanatçı yoluna nasıl devam eder? Yazar-Fotoğraf Sanatçısı Ali Özoğlu, Temmuz 2008’de, adına Ergenekon denilen dalgalardan birinin onu sürükleyip götürdüğü ve beş yıldır tuttuğu Silivri’deki hücresinde, bu soruyu ‘cesaretle’ diyerek yanıtlıyor. Sanat eserinin değerinin de, ancak topluma ne kadar ayna olabildiğiyle ölçülebileceğini anlatan Özoğlu, tarihten üç, günümüzden verdiği bir örnekle, iktidarların sanatla mücadelesinin yeni olmadığını ortaya koyuyor…
01 Temmuz 2013 16:31
İnsana dokunmayan, değmeyen bir sanat eserinin anlamsızlığının, tarihte toplumsal sancıları eserlerine yansıtan sanatçıların örnekleriyle altını çizen Yazar-Fotoğraf Sanatçısı Ali Özoğlu, onlar için ‘Karanlıkta Açan Çiçekler’ diyor. Özgürlükten beslenen iki dal olan sanat ve demokrasi, aslında birbirlerini de besleyip geliştirirler. Onun içindir ki, genellikle yere kapaklığında demokrasi, kolundan tutup kaldırmaya çalışır dostu, yoldaşı sanat…
Ancak demokrasiyi de, sanatı da iktidarı için tehdit potansiyeli barındıran iki düşman olarak gören tiranların karşısında, tarih cesur sanatçıları yazar aydınlık sayfalarına… Yazar-Fotoğraf Sanatçısı Ali Özoğlu adını ‘Karanlıkta Açan Çiçekler’ koyduğu tezhip çalışmasını da, dünün ve günümüzün tüm cesur sanatçılarına armağan ederken, tarihin iz bırakanlarından üç, günümüzden bir sanatçıdan verdiği örneklerle, cesur sanatçının ‘karanlıkta nasıl da çiçek açtığını’ anlatıyor:
“Savaş; bilim, kültür ve sanatlar için kış mevsimi olsa da, sanat, her savaştan yepyeni devrimler yaratarak çıkmayı başarmıştır. İnsanoğlu ise, zulmün, yoksulluğun ve zorbalıkların karşısında ruhunu, bedenini ve bilincini korumak için sanata sığınmıştır. Duvar süsü olarak resim yapanlara sanatçı denilemez. Onlar iyi bir boyacıdır. Toplumsal veya kişisel acıları ve mutlulukları yansıtmayan müzik besteleri yapanlara müzisyen denilemez. Onlar melodik çığırtkanlık yapan tüccardırlar. Mermeri ve kayaları en kusursuz şekilde yontan teknolojik aletlerin olduğu bir dünyada, heykeltıraşların babası sayılan Fidias’ın ruhunu taşımayanlara heykeltıraş denilemez. Onlar taş ocağı işletmecisinden öte bir anlam ifade etmezler.
Bir sanatçıyı sanatçı ve eserlerini de sanat eseri yapan özellikler, iktidarlara veya diktatörlere yakın olmakla, hatır gönül ilişkisi kurmakla oluşmadığına dair en güzel ve en çarpıcı örnek; Picasso, Mozart, Korsikov ve Baykam’dır. Diktatör Franco kendi halkına uyguladığı baskı ve zulüm yetmezmiş gibi bir de Hitler ile birlik olup cumhuriyet yanlılarının çoğunluk olduğu şehri bombalatmıştı.
Yüzbinlerce insanın öldüğü bu şehrin adını taşıyan, sekiz metrelik Guernica tablosunda Picasso çekilen acıları ve isyanını restmettiği için Franco ve Hitler’in ölüm listesine girdi. Falanj örgütünün cellatları peşinde olmasına rağmen Picasso sanatıyla zulme ve savaşlara karşı barikatlar kurmaya devam etti. Beyaz Güvercin tablosu, savaşların içinden büyük bir devrim ve barışın simgesi olarak ortaya çıktı.
Şehrazad operasını yazan Nikolay Rimski Korsikov, oyunun ilk gösterimini Fransa’da sahneledi. Şehrazad rolünü Vaslav Nijinski oynuyordu. İlk gösterimin ardından Avrupa basını ve eleştirmenler Nijinski’yi ve oyunu övgülerle yere göğe sığdıramıyorlardı. Şehrazad bir hafta süresince büyük bir ilgi ile izlendi ve o haftanın sonunda Korsikov bir Fransız gazetesine verdiği röportajda şöyle diyordu: ‘Avrupa, Rus sanatçılarına ve eserlerimize karşı sürekli ön yargılı davrandı. Medyanız kadın düşkünü ve eleştirmenleriniz de ikiyüzlü. Avrupa basını ve eleştirmenleriniz Şehrazad’ı oynayan Nijinski’nin bir erkek olduğunu bilmeyecek kadar kördür ve dünyayı Avrupa’dan ibaret sanıyorlar…’
Korsikov’un bir söyleşisinden sonra Avrupa basınında Şehrazad’ın aslında çok güzel bir oyun olmadığı yönünde eleştiriler yayınlanmaya başladı. Şehrazad, ahlaksızları ve ikiyüzlülüğü ortaya çıkaran muhteşem bir oyundu!
İşkence fantezilerini fütursuzca uygulayan despot ve zorbaların hüküm sürdüğü yıllardı. İşkenceyi Avrupa’da ilk kez Viyana’da yasaklatmayı başaran avukat Joseph von Sonnenfels’in de yakın dostu olan Mozart, halkın hastalıktan ve yoksulluktan kırıldığı günlerde Figaro’nun Düğünü operasını yazdı. Oyun sahnelediğinde saray elitlerinin büyük ilgisini çekti ve övgüler aldı. Oyun, saray seçkinlerinin şatafatlı eğlencelerini komik ve dramatik şekilde anlatıyordu. Mozart, oyuncuların tamamı hadımdır, açıklamasını yapınca sarayın hışmına uğradı ve uzun süre oyunu sahneleyecek salon bulamadı. Halkın yoksulluğu ve acılarıyla dalga geçen saray seçkinlerinden sanat yoluyla intikamını almıştı Mozart.
Ergenekon operasyonları ile toplumun üzerine çöken korku dolu günlerde Bedri Baykam susmadı. Durmadı ve korkmadı. ‘İçim Parçalanıyor’ ismini verdiği ve yüzü aşkın eseriyle 2010 yılında büyük bir sergi açtı. Her fırsatta Silivri duruşmalarına katıldı. Ve bir panel çıkışında, İstanbul’un orta yerinde göz göre göre bıçaklandı… Yılmadı, bıkmadı!.. Korku salan zorbaların üzerine üzerine gitti ve bu defa, ‘Tarihin Röntgencisi’ sergisiyle zorbalara karşı taarruza geçti.”