Sık Kullanılanlara Ekle |  Reklam  |  İletişim
  Gündem 
  Kemal Anadol’un kaleminden “Beyaz Gemi Olayı”
Kemal Anadol’un kaleminden “Beyaz Gemi Olayı”
 
   

     12 Mart’tan 26 Yıl Sonra
     Erdemir Yüksek Fırınına Sabotaj!

     Türkiye radyoları 12 Mart 1971 Cuma günü saat 13’te Türk Silahlı kuvvetleri adına verilen üç maddelik muhtırayı duyuruyordu. Birinci maddede, parlamento ve hükümetin, uygulamalarıyla ülkeyi anarşi ve kardeş kavgasına sürüklediği, Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma umudunun yitirildiği ve Anayasa’nın öngördüğü reformların gerçekleşmediği, bu nedenlerle Cumhuriyetin ağır bir tehlikeye düşürüldüğü saptanıyordu.
     İkinci madde, TSK’nin bu durumu düzeltecek çarelerin partilerüstü bir anlayışla kurulacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde oluşmasını zorunlu gördüğünü belirtiyor; üçüncü madde ise bu koşullar hızla gerçekleşmediği takdirde TSK’nin idareyi doğrudan ele alacağını ilan ediyordu.
     Aynı gün akşama doğru Başbakan Süleyman Demirel, Türkiye radyolarından kamuoyuna duyurulan, Cumhurbaşkanı, Cumhuriyet Senatosu ve Millet Meclisi Başkanlıklarına verilen bu muhtıranın Anayasa ve hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmadığı gerekçesiyle hükümetin çekildiğini açıklıyordu.
     12 Mart 1971 günü CHP Karadeniz Ereğlisi İlçe Başkanıydım. Avukatlık ve Memleket Gazetesi yazıişleri müdürlüğü yapıyordum. Ereğli küçük ve antik bir liman kasabasından sanayi kentine dönüşmüş canlı bir merkezdi.¹ 15 Mayıs 1965 günü açılan Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları (ERDEMİR), ülkenin yassı mamul üreten tek entegre metalürji tesisiydi. Kok ve tali ürünler fabrikası, yüksek fırın, çelikhane, sıcak ve soğuk haddehaneler, yardımcı üniteler olarak altı birimden oluşuyordu.
     1532 metreküplük hacmi, dokuz metre çapındaki haznesi ve yerden 89 metre yüksekliğiyle yüksek fırın kapkara bir devi andırıyor, kilometrelerce uzaktan görülebiliyordu. Yüksek fırın sanki dev bir kok sobasına benziyordu. Dışı metaldi. İçi de tuğlayla kaplıydı. Hazneye konulan demir cevheri, kireçtaşı ve kok kömürü 1200-1300 derece ısıyla yanıyor, karışım ateşten bir sıvıya dönüşüyordu. “Refrakter” denilen özel tuğlalar bu yüksek ısı ve sıvının dıştaki metal kısma ulaşmasını engelliyordu. Aksi halde metal kısım delinir, içerdeki sıvı yanardağ lavları gibi dışarıya dökülür ve çevreye zarar verirdi.
     Dev yüksek fırının haznesinde biriken sıvının metal haline getirilmesi ve işlenmesi için, diğer ünitelere gönderilmeden önce döküm ağzından alınması gebe bir kadının doğurmasına benziyordu. Bu nedenle dünyanın her yerinde yüksek fırınlara doğurganlık simgesi olarak bir kadın isimi veriliyordu. ERDEMİR’deki yüksek fırının adına da “Ayşe” konmuştu.
     O günlerde ERDEMİR’in toplam personeli 3600 kişi civarındaydı. Hepsi de SSK kapsamında sigortalı işçi sayılıyordu. Buna karşın büro hizmetlerinde çalışanlarla doğrudan üretime katılanlar ayrı statülere sokulmuşlardı. Sonuçta beyaz yakalılar grev yapamıyor ve toplu sözleşmelerde kapsam dışı kalıyorlardı.

     Sendikal Mücadele Başlıyor ve Siyaseti Etkiliyor
     1961 Anayasası ile başlayan sosyal uyanış önce öğrenci ve aydınların yoğunlaştığı büyük illeri etkilemişti. Üç büyük kent dışında İzmit, Ereğli, Aliağa, Seydişehir, Mersin gibi işçi merkezleri de kısa sürede canlılık kazandılar. Buralara hem ülkedeki tüm siyasal akımlar, içlerindeki bölünmeler yansıyor, hem de kıyasıya bir Türk İş-DİSK rekabeti ve yetki çatışması egemen oluyordu.
     1971’de ERDEMİR’de iki işçi sendikası vardı: Türk İş’e bağlı Metal-İş ve DİSK’e bağlı Maden-İş. Her iki sendika da o güne kadar çoğunluğun kendisinde olduğu savıyla toplu sözleşme masasına oturmak istemiş, bu nedenle “yetki uyuşmazlığı” sürekli olarak sendikal ve siyasal gündemi işgal etmişti. Ereğli çoktan antik ve durgun bir liman kenti olmaktan çıkmış, sosyal ve siyasal olaylardan hızla etkilenen bir sanayi kentine dönüşmüştü.²
     İlçede iki günlük gazete çıkıyordu. Şirin Ereğli merkez sağ, Ereğli Memleket merkez sol eğilimindeydiler. Merkez sağın temsilcisi Adalet Partisi en büyük siyasal örgüttü. CHP hızla gelişmeye ve Adalet Partisi’ni sarsmaya başlamıştı. “Ortanın Solu” hareketiyle başlayan sola açılış Bülent Ecevit’in Genel Sekreterliğe gelmesiyle hızlanmıştı. Aynı zamanda Zonguldak Milletvekili olan Ecevit, Ereğli’ye özel bir önem veriyor, bu kenti hareketin pilot bölgesi veya laboratuvarı gibi görüyordu. Parti hızla kabuk değiştirmeye başlamış, kasaba eşrafının egemenliğinden kurtularak, çoğunluğunu işçi, esnaf ve serbest meslek erbabının oluşturduğu bir yönetimi işbaşına getirmişti.
     1964 yılında Ereğli’de kuruluşunu gerçekleştiren Türkiye İşçi Partisi üçüncü siyasal örgüt olarak çalışmalarına başlamıştı. 1965 seçimlerinde TİP’in meclise 15 milletvekili sokması ülke genelinde olduğu gibi Ereğli’de de yankılanmış, bazı çevrelerde kuşku yaratmıştı. Seçimlerden hemen sonra TİP’in kurucularının çoğunluğunu oluşturan ERDEMİR personelinin işine son verilmiş, hepsi de fabrikadan uzaklaştırılmıştı.
     TİP’in büyümesini engelleyen değişiklik 1969 seçimlerinden önce yapılmış ve “milli bakiye” sistemi seçim yasasından çıkarılmıştı. Bu seçimlerde sadece iki milletvekili çıkarabilen TİP içinde çalkantılar başlamış, parlamentoda tıkanan muhalefet olanağı karşısında başka seçenek ve önerilerle ideolojik tartışmalar öne çıkmıştı. Bu gelişmeler Ereğli TİP örgütünü de etkiliyordu. “Demokratik devrimci”lerle, “sosyalist devrimci”ler arasındaki mücadele sert biçimde sürüyor ve ilçe yönetimi sık sık el değiştiriyordu.
     12 Mart 1971 öncesi tüm ülkede sağı bütünleştirip sola yöneltmek için cihat namazları kılınıyor, namazdan sonra istenmeyen kişi ve gruplara karşı eylem başlatılıyordu. 5 Mart 1971 günü Hatay’ın Kırıkhan ilçesinde bir doktorun muayenehanesi basılmış, bir matbaa tahrip edilmiş, bir kahveyle dükkan yakılmıştı. Aynı gün Ereğli’de Ağa Camii’nde vaaz veren bir hoca cemaatı açıkça bu tür eylemlere özendiriyor ve kışkırtıyordu.
     O günlerde Dev-Genç hareketini temsilen Ereğli’ye gelen kişi ve gruplar örgütlenme amacıyla fabrika işçileri ve aydınlar arasında ilişki kurmaya çalışıyorlardı. Ankara, İstanbul, İzmir gibi üniversite kentlerinde çalışan Sosyal Demokrasi Dernekleri de ilk kez üç büyük kent dışında Ereğli’de kuruluyor ve üyelerini işçilerden oluşturuyordu.
     12 Mart 1971 öncesi iki sendika arasındaki mücadele tüm şiddetiyle sürüyor, uzun süren grev sonucu imzalanan toplu sözleşmeyi beğenmeyen işçiler Metal-İş’i boşaltarak Maden-İş’e yöneliyorlardı.
     12 Mart 1971 Cuma günü saat 13.00’te Türkiye radyolarından okunan muhtıra genellikle olumlu karşılanmış, rahatlık yaratmıştı. 13 Mart günü Türkiye’deki birçok kuruluş bildiri yayınlayarak müdahaleye destek veriyordu. Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS), Devrimci Avukatlar Derneği, Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası, Türk Milli Gençlik Teşkilatı (TMGT), Üniversite Asistanları Sendikası, Mimarlar Odası, ODTÜ Mezunları Cemiyeti, Türk Hukuk Kurumu, Elektrik Mühendisleri Odası, Dev-Genç, Maden Mühendisleri Odası ve Türkiye Orman Yüksek Mühendisleri Sendikası’nın ortaklaşa yayınladıkları bildiride komutanların muhtırası ve Demirel hükümetinin istifası olumlu karşılanıyor, bütün devrimci girişimlerin destekleneceği bildiriliyordu.³
     Diğer kuruluşların bu yöndeki mesajları sürerken Babıali basını büyük çoğunlukla muhtırayı destekliyordu.

     Nihat Erim Başbakan Oluyor
     CHP’de ise durum karışıktı. Sadi Koçaş, Sezai Orkunt, Orhan Kabibay gibi asker kökenli milletvekillerinin muhtıra öncesi hazırlıklardan haberli oldukları, hatta birtakım çalışmalara katıldıkları anlaşılıyordu. Genel Sekreter Ecevit ve Merkez Yönetim Kurulu’na karşı olan ünlü politikacıların da muhtırayı sevinçle karşıladıkları bir gerçekti. Ecevit ve çevresi ise gelişmelerden ürküntü duyuyor, kuşkulu bir bekleyiş içine giriyordu.
     CHP ilçe yönetimi olarak bizler de muhtıraya karşıydık ve yakın çevremiz dışında kimseye derdimizi anlatamıyor, tersine kınanıyorduk. 16 Mart 1971 Salı günü CHP grubunda konuşan Genel Başkan İsmet İnönü muhtıraya açıkça cephe almış ama, 18 Mart Perşembe günü tutumunu yumuşatarak yeni hükümete yeşil ışık yakmıştı.
     Türkiye’deki çeşitli örgütler destek verirken, TİP açık biçimde muhtıraya karşı çıkıyor, Genel Başkan Behice Boran demokrasiden yana kuruluşların düşünce ayrılıklarını bir yana atarak güçlerini birleştirmelerini öneriyordu. 19 Mart günü CHP’den istifa eden ve bir gecede tarafsız hale geldiği varsayılan Kocaeli Milletvekili Prof. Dr. Nihat Erim’e hükümeti kurma görevi verildi.
     21 Mart günü Bülent Ecevit yaptığı basın toplantısında CHP Genel Sekreterliği’nden ayrıldığını açıklıyor ve 12 Mart muhtırası için “Yunanistan’daki müdahale modeline uygundur, onun daha incesidir, ustacasıdır” diyordu. Olanlar CHP’ne olmuştu. Esprileriyle ünlü politikacı Osman Bölükbaşı olayı çok güzel tanımlıyordu: “Azrail Adalet Partisi’ne girdi, cenaze CHP’den çıktı!”
     Bu gelişmeler CHP ilçe yönetimi olarak bizi zor durumda bırakmıştı. Türkiye’de olduğu gibi buradaki asker ve sivil bürokrasi, emniyet örgütü, partideki karşıtlarımız bize iyi gözle bakmıyordu. Aydınlar ise Erim hükümetinin reformlar yaparak 1961 Anayasasını hayata geçireceğinden emindiler; muhtıraya karşı tavrımızı hizipçilikle eşdeğer buluyor ve suçluyorlardı.
     Yargıtay’daki bir davam nedeniyle Ankara’ya gitmiştim. 10 Nisan 1971 gecesi Ereğli’ye döndüm. Eşim Erdemir’deki yüksek fırının delindiğini ve İzmir’den Bülent Ecevit’in aradığını haber verdi. Hemen kendisini aradım. Seçim bölgesine sade bir milletvekili olarak gelmek istediğini söyledi. Programı birlikte yapmak ve geziyi Ereğli’den başlatmak istiyordu.
     Ertesi gün çevreden “Ayşe” ile ilgili bilgi topladım. 10 Nisan 1971 günü saat 20.00 sıralarında delinmiş. İçindeki eriyik yanardağ lavı gibi dışarıya, toprağın üstüne dökülmüş. Toprağın ısısı, eriyikten çok düşük olduğu için müthiş bir gürültü duyulmuş. Patlama izlenimi veren bu gürültü şehirde camların kırılmasına ve paniğe yolaçmış. O sırada Bağlık kantininde, “nakliyat doklar” ünitesinde çalışan mühendis, formen ve işçilerin gecesi ertelenmek istendiğinde Genel Müdür Metin İplikçi buna gerek görmemiş. Aynı gece saat 01.00’de malzeme ambarları yanmış. İçerdeki malzemelerin tümünün yandığı, artık malzeme hesaplarının yapılmasının imkansız olduğu ve yangının bunu önlediği söyleniyordu.

     Balyoz Harekatı
     23 Nisan 1971 günü Ulusal Egemenlik Bayramı nedeniyle Başbakan Erim radyoda konuştu. Erim, ülkedeki anarşiden şikayet ediyor ve Anayasa değişikliklerini haber veriyordu. Erim “Bunlar bugünkü son azgınlıklarının içinde boğulacaklardır. Alınacak tedbirler balyoz gibi kafalarına inecektir” diyordu.
     24 Nisan 1971 günü Ecevit Ereğli’ye geldi. Erim’in bir gün önce ilan ettiği balyoz harekatına yanıt vererek kendisini seçmenlerine takdim ettim. Önce partiye, sonra Sosyal Demokrasi Derneği’ne gittik. Genel sekreterlikten çekilme nedenlerini anlattı, sorulara yanıt verdi. Bir süre sonra da Zonguldak’a hareket etti. Ertesi gün Zonguldak’ta yerleştiği otelden ilçeleri ziyarete başladı.
     26 Nisan 1971 günü ERDEMİR Genel Müdürü Metin İplikçi yaptığı basın açıklamasında yüksek fırın iç cidar tuğlalarındaki arızaların onarılmaya başlandığını bildirerek “Ayşe’nin 15 gün içinde çalışmaya başlayacağını” söyledi. Aynı gün Ecevit Zonguldak gezisini yarıda keserek Ereğli üzerinden Ankara’ya döndü. Bakanlar Kurulu 26 Nisan 1971 gecesi saat 24.00’ten, sonra geçerli olmak üzere 11 ilde sıkıyönetim ilan etmişti. Kocaeli, Sakarya ve Zonguldak illeri 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı’na bağlanmış, komutanlığa da Orgeneral Faik Türün getirilmişti.
     Ecevit Ankara’ya hareket etmeden önce “özel bir şey söylemek istiyorum” diyerek kolumdan kenara çekti: “Kemal Bey aman dikkatli olun. Özellikle işçi arkadaşlarımız dikkatli olsunlar. Zonguldak’ta Vali Nihat Oğuz Bor’la özel görüştüm. Hükümetin Zonguldak’taki sıkıyönetim ilan gerekçesi yüksek fırın Ayşe’nin delinmesi imiş. Ortada bir şey yok ama, işgüzarlık yapılabilir. Kuşkularım var” dedi ve Ereğli’den ayrıldı. Artık Ereğli’de sıkıyönetim vardı. Sıkıyönetimle birlikte dedikodu üretilmeye başlanmıştı. 26 Nisan günü Genel Müdürün açıklamasına karşın 27 Nisan günü sıkıyönetimle birlikte Ayşe’ye sabotajdan söz açılır olmuştu.
     İlçedeki genç avukatlardan partimiz üyesi Avni Çelebi, Deniz Gezmiş’i övdüğü savıyla ihbar edilmiş, hakim önüne çıkarılmış, tutuklanmaktan zor kurtulmuştu. İşim gereği hangi devlet dairesine girsem, memurlar sözü ısrarla CHP içindeki çelişkilere getiriyor ve neden Erim hükümetine karşı çıktığımı soruyorlardı. Çoğu iyi niyetliydi. Ama bazılarının “Sayın muhbir vatandaşlığa” aday olduğunu farkediyordum. Ülkede dayanılmaz bir baskı havası egemendi. Terör ve anarşiyle mücadele adı altında düşünmeyen, tartışmayan bir toplum hedefleniyordu. Ankara Hukuk Fakültesi Anayasa Profesörü Bülent Nuri Esen bile gözetim altındaydı.
     1971 yılını Birleşmiş Milletler “Dünya kitap yılı” ilan etmişti. Oysa 1971’de Türkiye, sobaları ısınmak için değil, kitap yakmak için çalışan ilkel ve utanç veren bir görünüm içindeydi.
     Siyasal çalışmalar sıkıyönetim komutanının iznine bağlanmıştı. Yönetim kurulu toplantısı yapmak bile yasaktı. Bu sıkıntılı havadan ve tehlikeli ortamdan uzaklaşmak istedim. Avukat arkadaşlarımdan ikisine vekalet vererek dosyalarıma bakmalarını sağladım. Mayıs ayı ortalarında eşimle birlikte İzmir’e geldik. Kayınpederin evine konuk olduk. Daha sonra güneye geziye çıktım. Eşime bulunduğum yerlerin telefonunu bırakıyordum.
     Bodrum’da sabaha karşı çalan telefon sesiyle uyandım. Ereğli’den CHP yönetim kurulu üyesi arkadaşım Yılmaz Erhal arıyordu. Evimin arandığını, beni bulamadıklarını haber veriyor, kaçtı dedirtmeden acele Ereğli’ye gelip teslim olmamı istiyordu. Acele İzmir’e döndüm. Ömründe karakola gitmemiş kayınpederimin bana yataklık ettiği için gözetime alındığını büyük üzüntüyle öğrendim. 26 Mayıs 1971 günü İzmir Emniyet Müdürlüğü’ne gittim. Şube müdürü “Bugün yürürlüğe giren sıkıyönetim yasasına göre tüm Emniyet örgütü sıkıyönetim emrinde. Bizim insiyatifimiz kalmadı. Seni Karadeniz Bölge Komutanlığı’ndan istiyorlar. Mevcutlu gönderirsem kimbilir kaç günde gidersin” dedi. Kendisine her türlü güvenceyi vereceğimi söyledim. Avukat olduğum için, 24 saat içinde Ereğli’ye teslim olmam koşuluyla beni serbest bıraktı.
     İlk uçakla Ankara’ya gittim. İner inmez Rüzgarlı Sokak’taki CHP Genel Merkezi’ne yöneldim. Merkez Yönetim Kurulu toplantı halindeydi. Beni hemen içeri aldılar. Meğer arandığımı öğrenmişler ve bu konuyu görüşmeye başlamışlar. Sıkıyönetimin gözetime alma kararı verdiği ilk CHP ilçe başkanı benmişim. Acaba sebebi neydi? Başka örgüt yöneticilerine de sıra gelecek miydi?
     Kamil Kırıkoğlu, İlyas Seçkin, Orhan Birgit, Hayrettin Uysal, İsmail Hakkı Birler’le durumu görüştük. Birler aracıyla beni terminale bıraktı. Otobüse bindim ve 27 Mayıs 1971 sabahı Ereğli’ye döndüm.
     Teslim olmadan önce aldığım bilgiler dehşet vericiydi. İstanbul’dan Giresun muhribi gelmiş Ereğli önünde demir atmıştı. Bolu’dan komando birlikleri ve tank taburu gelmiş, şehri kuşatarak giriş çıkış yollarını kesmişti. Fabrika ve şehirden yakalanan otuz kadar kişi, halkın yarı şaka yarı korkuyla “beyaz gemi” adını verdiği muhribe götürülmüş ve harp gemisi demir almış, İstanbul’a gitmişti. Neden, niçin alındıklarını bilen yoktu. Herkes geminin dönüp ikinci operasyonla başkalarını da alıp götüreceği korkusu içindeydi. Ben yokken sıkıyönetimden gelip evimi aramışlardı. Bütün kitaplarım çuvallara doldurulup götürülmüştü. Teyp ve bantlarıma el koyarken anneme bu makinayla Romanya ile görüştüğümü söylemişler.
     Sabah Bölge Komutanlığı’na teslim oldum. Yanıma bir astsubay vererek otobüsle İstanbul’a gönderdiler. Otobüste yolculardan aldığım gazeteyi okumaya başladım. Gazete 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik Türün’e sorulan soruları ve yanıtları yayınlıyordu. Türün 25 Mayıs 1971 saat 19.00 itibariyle tutuklu sayısının 132, gözaltındakilerin 87 olduğunu söylüyor, yine bir soruya karşılık “İşçi faaliyetlerinden dolayı tutuklanan ve gözaltına alınan yoktur. ERDEMİR’deki sabotajla ilgili 29 kişi gözaltına alınmıştır” diyordu. O ana kadar neden arandığımı ve neyle suçlandığımı bilmiyordum. Demek bunun için İstanbul’a götürülüyordum. Ecevit’in bir ay önceki uyarısı gerçekleşmişti. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Faik Türün araştırma bile yapmadan olayı sabotaj ilan ediyordu. Zonguldak’taki sıkıyönetime bir gerekçe lazımdı. Anlaşılıyordu ki, bu gerekçe bulunmuştu. Şimdiye kadar Ereğli’nin gündeminden çıkmayan Ayşe, şimdi de tüm ülkeye kendini tanıtıyordu.
     İstanbul’da otobüsten inip taksiye bindik. Taksi sarı renkli eski bir binanın önünde durdu. Harbiye 1. Ordu Merkez Komutanlığı olarak kullanılıyordu. Bir çavuş önündeki deftere künyemi yazdı. Valizimi açtı, üstümü aradı. Yanındakilere “bunu içeri götürün” dedi. Uzun koridorlardan geçtik. Demir parmaklıklı kapı nöbetçi tarafından açıldı, beni içeri bıraktılar. Ereğli’den getirilen arkadaşlar buradaydı. Hepsiyle tokalaştık, yakın arkadaşlarla kucaklaştık.
     Avukat Yıldırım Perçinel yakın arkadaşımdı ve CHP üyesiydi. Sina Çıladır, yazınımızda ilk işçi hikayeleri ile tanınan Ahmet Naim Çıladır’ın oğluydu. Babası gibi gazeteciydi. İnceme ve araştırmaları vardı. Askerde kulakları sağır olmuştu, hiç duymuyordu. “Büyük bir patlama olmuş. Ben onu bile duymadım. Ne fırını yahu…” diyor, gülümsüyordu. TİP’in ilçe sekreteriydi. Şükrü Özbayrak Maden-İş Sendikası 9. Bölge temsilcisiydi. Özer Er Erdemir’de sağlık memuruydu ve sendikacılık yapıyordu. Hasan Özcan, İbrahim Kaya, Mahir Çetin, Necip Akman, Yüksel Yılmaz hem sendikada, hem de Sosyal Demokrasi Derneği’nde aktif görevlerde çalışıyorlardı.
     Akif Eroğlu, İbrahim Kalyoncu, Yakup Eldem, Ahmet Cevdet Kurtel, Yakup İnel, İlhami Akman, Osman Aslanbay, Namık Ahçı, Erdem Ergun, Seyit Ahmet Gecenoğlu fabrikada çalışan işçilerdi. Çoğu TİP içindeki tartışmalarda yeralmıştı. Bazıları kendini ayrı bir sol kimlikle tanıtıyordu. Ama hiçbirinin terörle ilgisi yoktu. Hepsi de ekmeğini emeğiyle kazanan ERDEMİR işçisiydi. Nuri Yıldırım işten ayrılmış kahvecilik yapıyordu.
     Anlaşılıyordu ki Ereğli’deki siyasal yelpaze incelenmiş, CHP içinde Erim hükümetine karşı olanlarla, sosyalist düşünce içinde yer alan çeşitli kişiler ve Maden-İş Sendikası yöneticileri seçilmiş, sabotaj zanlısı olarak buraya getirilmişlerdi.
     Birkaç gün geçti. Merkez komutanı Şahabettin Paşa’nın geleceğini söylediler. Tek sıra dizildik. Paşa geldi, teker teker adımızı ve mesleğimizi sordu. Ayşe’nin delinmesi konusunda kanımızı öğrenmek istiyordu. Özellikle yüksek fırında çalışan arkadaşlarımız durumu somut biçimde açıkladılar. Fırında yüksek ısıda eriyen metal sıvının, dış kısımla temasını önleyen tuğlalar (refrakter) ABD’den getiriliyordu. Bunlar 25 santim kalınlığındaydı. İnceldiğinde yenilenmesi gerekiyordu. Oysa tuğlaların kalınlığı iki, üç santime kadar düşmüştü. Derhal refrakter ithal edilmeli ve fırın bakıma alınmalıydı. Amerikalı uzmanların uyarılarını bile dikkate almayan fabrika yönetimi “üretim zorlaması” yapmış sonunda olan olmuştu. Amaç fazla üretim yapmış görünerek kağıt üstündeki karı kabartmaktı. Fırın delinince işçi arkadaşlar fedakarca çalışmışlar, yaşamlarını tehlikeye atmışlardı. Bu nedenle Genel Müdür İplikçi, kendilerine teşekkür etmişti. Ama burada sabotaj zanlısı idiler. Mükafat beklemiyorlardı, ama böyle suçlanmak ağırlarına gidiyordu. Necip Akman vücudundaki yanık izlerini gösterince paşa etkilendi. “Üzülmeyin” dedi. “Fırın gücünün üstünde çalıştırılmışsa bunun sorumlularını da çeker alırız.” Herkesin “bunu yapabilir misiniz?” diye sorduğu gözlerinden okunuyordu. Koskoca malzeme ambarı yanmış, sorumlu olarak buraya zavallı bir bekçi getirilmişti…
     Yıldırım Perçinel, Sina Çıladır, Cem Güçeri ve benim gibi işçi olmayanlar ise yüksek fırını sadece uzaktan, şehirden görmüştük. Kimseyle görüştürülmüyorduk. Ziyaretçi yasaktı. Ankara’dan Kamil Kırıkoğlu gelmiş, milletvekili olmasına rağmen beni görememişti. Bir süre sonra MİT’ten bir ekip geldi. Hepimizin ifadesini aldılar. Sıra bana geldi. Karşımda bir sivil oturuyordu. Kendisine “albayım” diye hitap ediyorlardı. Sabotaj iddialarına karşı ben de suçlamalara başladım. Albay daktiloya istediklerimi yazdırmama izin verdi. Birkaç sayfa tutan ifadem gerçek suçlular hakkında iddianameye benziyordu. Ama bir işe yaramayacağını biliyordum.
     Kaldığımız yer ilginçti. Harbokulu İstanbul’da iken öğrenciler burada okumuşlardı. Mustafa Kemal dahil, bir kuşak buradan mezun olmuştu. Kaldığımız bölüm üç odalıydı. İki oda ranzalı koğuşlar, diğeri de mutfak olarak kullanılıyordu. Odaların penceresi yoktu. Elektrikler 24 saat yanıyordu. Söndürmek yasaktı. Dışarıda küçük bir avlu vardı. Hep birlikte çıktığımızda zor sığıyorduk. İstanbul’un göbeğinde bulunmamıza karşın sadece yukarıyı, havayı görebiliyorduk. Bina çok eski, tahtalar delik deşikti. Yatağa girdiğimizde tahtakuruların battaniyenin üstünde yürüdüğü görülüyordu. Mahkemeye çıkmayı bekliyorduk. Belki de Faik Türün 1402 sayılı yasada yapılan değişiklikle kişileri gözetim altında tutma süresi 28 güne çıkarılan yetkisini kullanıyordu.
     12 Haziran 1971 Cumartesi günü hepimizi askeri kamyona bindirip 1. Ordu Komutanlığı’nın bulunduğu yere, Selimiye Kışlası’na götürdüler. Ayakta bekliyorduk. Birkaç saat geçti. Sonra bir subay geldi. Adı okunan öne çıkıyordu. Büyük bir kısmın adı okunmuştu. Geride Sina Çıladır, İlhami Akman, Namık Ahçı, Şükrü Özbayrak, Hasan Özcan ve Necip Akman kalmışlardı. Onları alıp götürdüler. Üzgün bakışlarla vedalaştık. Bize “artık serbestsiniz” dediler. “İsterseniz memleketinize askeri araçla gönderebiliriz.” Subaylara “biz kendimiz gideriz” dedik. Bu işe canım sıkılmıştı. Radyo zanlı bile demeden tüm ülkeye sabotajcı olduğumuzu duyurmuştu. Şimdi aklanma hakkı bile vermiyorlardı. “Efendim yargılanmayacak mıyız. Ben mahkeme önüne çıkmak istiyorum” deyince subay ters ters yüzüme baktı. “Biran önce buradan gidersen senin için hayırlı olur” dedi.
     Serbest kalınca Ankara’ya CHP Genel Merkezi’ne gittim. Merkez Yönetim Kurulu üyesi Yılmaz Alpaslan beni görünce çok sevindi. Birlikte Bülent Ecevit’in Bahçelievler’deki evine gittik. Ecevit’e olup bitenleri anlattım. Kendisi olayın dışardaki gelişimini sıraladı. Konuyu İsmet İnönü’ye götürmüş. O da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Tağmaç’a yansıtınca Faik Türün Ereğli’ye fabrikaya gitmek zorunda kalmış. Amerikalı ve yerli uzmanlara rapor hazırlatmışlar. Onların raporu da sabotaj değil, ihmal ve üretim zorlaması olduğu yolunda sonuçlanmış. Türün ABD’li uzmanlara da “komünist ve terörist” diyemeyince bizi serbest bırakmak zorunda kalmış.
     Eğer olaya müdahale edilmeseydi, Eminönü araba vapurunun batırılması, kültür sarayının yakılması gibi, “Ayşe’nin delinmesi” de sabotaj dosyasıyla birleştirilecek, o davanın sanıkları gibi en az iki yıl hapis yatacaktık. Onlar iki yıl yatmış, poliste araba vapurunu batırdıklarını, Kültür Sarayı’nı yaktıklarını kabul etmişlerdi. Ama yargılama sonunda askeri savcı beraatlerini istemek zorunda kalmıştı. Ve aklanmışlardı…
     Ekim 1973 seçimlerinde Zonguldak Milletvekili seçildim. Altı KİT komisyonunda çalıştım. Hukukçu olmama karşın sürekli Demir-Çelik alt komisyon başkanlığı yaptım. Komisyon olarak Sovyetler Birliği’ne davet edildik. Resmi temaslarda, İskenderun Demir ve Çelik Fabrikası (İSDEMİR)’deki fırın Cemile’nin delinmemesi için Türkiye’ye bir an önce refrakter göndermelerini istedim!..


     ¹ Mübeccel Kıray, Ereğli: Ağır Sanayiden Önce Bir Sahil Kasabası, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985
     ² Kemal Anadol, 12 Eylül Günleri, Yalçın Yayınları, 1987
     ³ Cumhuriyet Gazetesi, 14 Mart 1971
(http://kdzereglifutbol.blogspot.com.tr/2014/11/erdemir-yuksek-firinina-sabotaj-kemal.html)
Bu haber ile ilgili fotoğraflar
 
 
Yorumlarınız
 
IP   3.14.83.223  
Ad Soyad*
Yorum*
Güvenlik Kodu:
Güvenlik Kodu  
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.  
 
 Günün Diğer Gelişmeleri
27 Nisan 2024
Türkiye'nin yassı ve uzun çelik üretebilen tek entegre tesisi olan OYAK Maden Metalürji Şirketlerind..
27 Nisan 2024
Kdz. Ereğli Belediyesi, 19 Kasım felaketinde zarar gören Sevgi, Barış, Dostluk Plajları’nda sezon ön..
27 Nisan 2024
19 Kasım 2023 tarihinde Kdz. Ereğli’nin tarihinde yaşadığı en büyük felakette büyük zarar gören Türk..
27 Nisan 2024
5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’na göre hayvan koruma dernek ve vakıflarına üye ya da bu konuda..
26 Nisan 2024
Farklı okullardan lise öğrencilerinin katılacağı KEALMUN’24 konferansı 26-27-28 Nisan tarihinde Kdz...
25 Nisan 2024
Türkiye’nin en büyük yassı çelik üreticisi Erdemir, demir-çelik endüstrisinin uluslararası buluşma n..





 
Anasayfa | Sık Kullanılanlara Ekle | Yayın İlkeleri | Künye | Reklam | Facebook | Twitter | İletişim
ereglibulteni© 2012-2024 Tüm Hakları Saklıdır