Takip et: @EregliBulteni " />
  Sık Kullanılanlara Ekle |  Reklam  |  İletişim
  Röportaj 
  Maden şehitlerinin çocukları… Neler yaşadılar? Nasıl büyüdüler? Şimdi ne yapıyorlar?
Maden şehitlerinin çocukları… Neler yaşadılar? Nasıl büyüdüler? Şimdi ne yapıyorlar?
 
   

     Şaban Artırmak, bugün 33 yaşında bir maden işçisi… Babası Ali Artırmak’ı 7 Mart 1983’teki grizu faciasında kaybettiklerinde, henüz 1,5 yaşında bir bebekti. Ne babasına, ne de o ‘kara gün’e dair hiçbir şey hatırlayamıyor. Anımsadıkları yalnızca, küçük yaşlarında pek bir anlam veremese de, babaannesinin sık sık ağlamaları, bir de Kızılay’ın verdiği bir battaniye…
     Şaban Artırmak 7-8 yaşlarına gelene kadar, Kızılay Artırmak ailesine birkaç battaniye daha veriyor. Şaban Artırmak, kendi battaniyesini sıkı sıkıya saklıyor ve hep o battaniyesiyle uyuyordu. Babasının tabutunun üzerini örten Türk bayrağı da veriliyor Artırmak ailesine, “Bu Ali’nin bayrağıydı” diyorlar. Sonra o bayrak da bir ilkokula veriliyor.
     Dört çocuğu olan Ali Artırmak, grizuda yaşama veda ettiğinde 28 yaşında gencecik bir maden işçisi… Baba göçüp gidince, annesi kol-kanat geriyor Şaban Artırmak ve üç kardeşine, kazanın ardından bağlanan dul yetim maaşıyla, hem evini geçindirmeye hem de çocuklarını okutmaya çalışıyor. Ancak liseyi bitirebiliyor Şaban Artırmak. Maddi olanakları ancak buraya kadar izin veriyor. Eli ekmek tutma çağına gelen, çalışıp, annesinin omzundaki yükü bir nebze de olsa hafifletmeye çalışıyor çünkü… Ağabeyi mesela; o ancak ortaokulu bitirebiliyor ve 14 yaşında inşaatlarda çalışmaya başlıyor. Zaten Şaban Artırmak da, bursluluk sınavlarını geçebildiği için liseye devam edebiliyor.
     Çocukluğu boyunca her gittiği yerde, “Senin baban grizuda mı öldü” diye soruyorlar Şaban Artırmak’a… “İşte” diyorlar, “Babası göçükte ölen çocuk…”
     Bu sormalar, işaret etmeler iyiden iyiye bunaltıyor Şaban Artırmak’ı…
     Artırmak ailesine, kaza sonrası dul yetim aylığı bağlanıyor. Onun dışında başka hiçbir şey yok. Hiçbir devlet yetkilisi, ailenin kapısını çalıp “Haliniz nicedir” diye sormuyor ilerleyen aylarda ve yıllarda…
     2006’da, madene işçi alınırken, “Bana çıkmaz, nice benden kuvvetli insanlar var” diyerek umutsuzca aldığı ‘şans’ numarası, onu şaşırtıyor…
     Arkadaşları “Ocak sana çıktı” dediklerinde, şaka yapıyorlar zannediyor, inanamıyor…
     Babasını orada yitirmiş olmanın üzerine, bir de madenin ağır şartları eklenince, Madenci Şaban Artırmak, daha ilk günlerde bırakmayı düşünüyor ocağı…
     Ne var ki, gel zaman git zaman kısa süre içinde alışıyor o ağır şartlara da…
     8 yıldır maden ocağında çalışıyor ve her gün mesaisinin sonunda, kendisini evde bekleyen annesine, eşine ve üç çocuğuna koşuyor…
     Ve 13 Mayıs’tan bu yana, annesinden haber bültenlerini saklıyor: “Soma’daki olaya çok üzüldük. Hele annem… Ona izletmemeye çalışıyoruz.”
     Aslında hala, kendini de saklamaya çalışıyor.
     Bir fotoğrafını çekmek gerektiğinde, “Yok” diyor, “Ben ön plana çıkmak istemiyorum… Çünkü bugüne kadar hep ‘Bunlar garipler’, ‘Bunlar fakirler’, ‘Babası ölen çocuk’ denildi. Artık bunlar söylensin istemiyorum…”

     “ŞÖYLE YARDIM EDECEĞİZ-BÖYLE YARDIM EDECEĞİZ DEMELER FASA FİSODUR, BİZİM ELİMİZDEN TUTAN OLMADI…”
     8 yaşında bir çocuktu, babasını 7 Mart 1983’teki grizuda kaybettiğinde Bayram Şahin… İlkokul öğrencisiydi. Kandilli yakınındaki küçük bir köyde, Üçköy’de yaşıyorlardı. Altı kardeştiler. Ölümü anlamlandırmakta güçlük çekiyordu. Etrafında bir şeyler olup bitiyor ve çocuk zihnine acı bağırış-çağırışlar kazınıyordu. Köyde babasının yanı sıra grizuda yitirilen diğer beş madencinin yakınlarının ve kendi ailesinin feryatları yankılanıyordu.
     Altı çocuk, bir anne ve devletin bağladığı dul yetim aylığı… Babasından geriye kalan bu tabloda ancak lise eğitimini tamamlayabilen Bayram Şahin, sonra bir işin ucundan tutup yaşam kavgasına başlıyor.
     7 Mart 1983’te 35 yaşında bir maden işçisiyken kaybettiği babası Necati Şahin’in çalıştığı ocağa, 2000 yılında ‘babasını madende kaybedenlere tanınan öncelik’ sayesinde işbaşı yaptı. Askerden yeni gelmişti ve bir an önce iş bulup yaşamını kurması gerekiyordu. İstemiyordu madende çalışmayı ama koşullar ona başka bir seçenek bırakmamıştı. Bugün, kendi yaşadıklarının aynısının Soma’da yaşanmasına tanıklık etmek, tarifsiz bir burukluk yaratıyor içinde… “En çok bir yıl” diyor faciaları anımsama hafızamızın ömrü için, “Bir yıl sonra kimse kalmaz arkalarında. Ne devlet, ne akrabalar. Giden gittiğiyle kalır. Geridekiler de acılarıyla baş başa… ‘Şöyle yardım edeceğiz, böyle elinden tutacağız’ demeler fasa fisodur. Biz böyle gördük. Elimizden tutan olmadı…”
     Madendeki ilk gününde, içi içine sığmadı Bayram Şahin’in… Maden işçilerini yeraltına taşıyan kafesten çıkıp kaçmak geldi içinden… Ama katlanmak durumundaydı ve öyle yaptı… Kardeşi de, özel bir maden ocağında baba mesleğini sürdürüyor…
     İki oğlu olan Madenci Bayram Şahin, oğullarının da babası ve kendisi gibi bir madenci olmaması için, onları sonuna kadar okutup meslek sahibi kılmayı amaç edindi: “İstemem madende çalışmalarını. Eğer böyle bir şey olursa, dizlerimi çeker ağlarım herhalde… Yeter ki okusunlar.”
     Soma’yı anımsayınca, Bakan Faruk Çelik’in sözlerini dile getiriyor: “ ‘Sorumluluk bende değil’ diyor ama sorumluluk herkeste. Bilhassa Başbakan’da. Sen Türkiye’nin Başbakanı’ysan, sorumluluk sendedir.”

     “KARADON’DAN SONRA ANNEM İŞE GÖNDERMEDİ, ‘SİMİT SAT AMA ORAYA GİTME’ DİYORDU… ZOR İKNA ETTİK”
     Hiç aklından çıkaramadığı o Çarşamba günü, 1 Kasım 1995’te, her gün olduğu gibi yine okulunun yolunu tutmuştu 12 yaşındaki orta iki öğrencisi Rasim Aslan… Gün sıradan başlamıştı ama ne yazık ki öyle bitmeyecekti…
     Okuldan her zamanki gibi saat 3’te çıkacaktı. Ama bu kez kapıda onu halaları bekliyorlardı, almaya gelmişlerdi. Bir tuhaflık olduğunu anlamıştı onları görünce Rasim Aslan ama başta anlam veremedi. Önce “Baban bir kaza geçirdi ayağı kırılmış” dediler ona halaları… Gerçeği biliyorlardı ama ona nasıl anlatacaklarını değil…
     Eve yaklaştıklarında etraftaki olağandışı kalabalığı gördü. İlk kez o zaman, daha kötü bir şey olduğunu hissetti. “Acaba babam öldü mü” diye düşünüyor, bir yandan da bu düşüncesini unutmaya çabalıyordu. Eve yaklaştıkça, bu kez içten içe “İnşallah kurtulmuştur” diye dua etmeye başladı. Babası Durmuş Aslan, daha önce de iş kazaları geçirmişti. Bunun da o kazalardan birisi olmasını, geçip gidecek bir durum olmasını istiyordu. Ama o kazalar olduğunda hiç evlerinin önünde bunca bir kalabalık da birikmemişti…
     Aynı saatlerde eşinin vefat haberini alan annesi ise ocağa koşmuş, “O öldü ben de ölmek istiyorum” diye feryat ederek kendisini bir arabanın altına atmaya kalkışmıştı… Çevredekiler acılı kadına güç bela engel olmuşlardı…
     Rasim Aslan’ın olan bitenden haberi yoktu. Bir TTK aracı köydeki evlerinin önüne yaklaştı. Acı bir siren sesi yankılandı kulaklarında ve anladı ki, o araç babasını getiriyordu… O andan sonrası kopuktu zihninde… Bayılmıştı. 15-20 dakika sonra kendine geldiğinde, babasının cansız bedeninin başında ağlayanları gördü… Korktuğu olmuştu: Babası gündüz vardiyasında çalışırken tavan çökmüş, üç madenci göçüğün altında kalmışlardı.
     Dört kardeş, anneleriyle baş başa kaldılar. Evin tek erkeği Rasim Aslan’dı artık… Kazadan sonra, diğer maden şehitleri için de yapıldığı gibi, aileye dul ve yetim aylığı bağlandı. Ancak hiçbir devlet yetkilisi hallerini sormadı, ilgilenmedi.
     Yetim büyümenin ezikliğini yaşayarak ve ekonomik sıkıntılarla boğuşarak geçen yıllarda, lise eğitimini ancak tamamlayabildi. Askerliğini bitirdikten sonra köye geri döndü ve 2006’da maden kurasına katıldı. O yıl ocağa alınacak arasında ismi çıkanlardan birisi oldu ve dedesi, babası gibi maden ocağında çalışmaya başladı. Başladı başlamasına da… Her ‘maden’ sözü geçtiğinde, her haberde yüreği kabaran annesinin tedirginliği bitmek bilmedi…
     2010’da Karadon’da 30 madencinin yaşamını yitirdiği kazayı duyunca annesi, “Göndermem seni daha ocağa” dedi. Uğraştı, konuştu, ikna edemedi… “Simit sat ama oraya gitme” diyordu annesi… Devreye sendika şube başkanı girdi, konuştu, “Gidersen hakkımı helal etmem” diyen anneyi, oğlunu işe göndermeye ancak ikna edebildi…

     “ANMAK İÇİN İLLA TOPLU ÖLÜMLER Mİ OLMASI GEREKİYOR?”
     2 bin 100 lira maaşıyla, her gün yerin metrelerce altında çalışan Rasim Aslan, askeriyede şehit düşen birinin yakınlarına iş olanağı sağlanması örneğini veriyor ve “Devlet bize sahip çıkmadı. Bırakın maden şehidinin yakınının devlette işe yerleştirilmesini, TTK’ya alınırken bile öncelik tanınmaz hale geldi.” diyor. TTK müesseselerindeki 1983-Armutçuk, 1992-Kozlu, 2010-Karadon gibi facialarda yaşamlarını yitirenlerin her yıl anma törenleriyle yâd edildiğini anımsatarak, soruyor: “Anmak için illa toplu ölümler mi olması gerekiyor? Benim babam da madende öldü, 1995’te öldü. 3 kişi olarak öldükleri için mi anılmıyorlar? O maden şehidi değil mi? Şimdi Soma’da yaşamını yitiren kardeşlerimiz için bir düzenlemeden söz ediliyor, şehit kapsamına alınacağı ifade ediliyor. Benim babamı alacaklar mı? Benim babam da şehit.”
     Basının da yalnızca iş kazalarından sonra madencilerin sorunlarına dikkat kesilmesine isyan ediyor Rasim Aslan: “Basının madencilerle konuşması için Soma’da insanların ölmesi mi gerekiyordu? Madencinin sorunlarının dile getirilmesi için illa da birilerinin topluca ölmesi mi gerekiyor?”

     “ASIL DERDİ, KOCASI MADENDE ÖLEN KADINLAR YAŞIYOR”
     Salim Çalık…
     28 yıldan bu yana TTK Armutçuk Müessesesi’nde çalışan bir maden işçisi…
     “Yaşanan kazalardan sonra giden gidiyor, peki kalanlara ne oluyor?” sorusunu yönelttiğimizde, şöyle yanıt veriyor: “Büyük kısmı, kazadan sonraki bir-iki yıl içerisinde büyük travma yaşıyorlar. Bir yetimlik, bir eziklik duygusu ile başa çıkmak durumunda kalıyorlar. Bu da aslında sürekli bir psikolojik baskıdır ve çocuklarda özgüven eksikliğine yol açar. Bunun örneklerine, yaşadığımız yörede gözlemlerimiz ve tanıdıklarımızda tanık oluyoruz. Görüyoruz ki, devlet bu insanlara yönelik ne evlerinde, ne okullarında, ne de mahallelerinde bir rehabilitasyon çalışması yapmıyor. Şimdi Soma’da yapılacağı söyleniyor ama yeterince bu konu üzerinde durulacağını zannetmiyorum. Çünkü yitirilenlerin aileleri çok büyük bir alana yayılmış durumda. Balıkesir’den, İzmir’den, Manisa’dan, Zonguldak’tan, Ordu’dan, Iğdır’dan var… Aslında Soma dediğimiz yer de, tıpkı Zonguldak gibi… Yerel nüfusu kadar, dışarıdan göçle işe girmeye gelip buraya yerleşmiş olanlar vardır. Ancak kalanlardan en çok kadınlar etkileniyor. Diyebiliriz ki asıl derdi kadınlar yaşıyor. Çünkü ataerkil bir toplum ve feodal ilişkiler son derece ağır yaşanıyor. Ki bugüne göre bu şartlar 1983’te çok daha ağırdı. Bir yandan toplum baskısı, bir yandan da kocasının ailesinin baskısını yaşadılar, yaşıyorlar. Ailenin alacağı kan parası, işçinin çalıştığı süreye bağlı olarak ödenen tazminat ve eğer yapıldıysa yardımlar aile içerisinde kalsın diye; bu kadınların evlenmelerine bile neredeyse izin verilmez. Bir kısmı zaten evlenmeyi düşünmez de, evlenmek isteseler de buna izin verilmez. Hatta daha önceki yıllarda, madende ölenlerin eşleri ölenin erkek kardeşi ile evlendirilerek –bu evlilik de resmi bir evlilik değil, o maaş ve diğer ekonomik hakların aile içerisinde kalması durumunun uygulandığı bazı köyler vardı. 30-35 yıl öncesine kadar yaygın yaşanan böyle bir durum vardı.”
     Kandilli’yi ‘savaştan çıkmış bir kent’e benzeten Çalık, “Bu kadar dul, herhalde orta büyüklükte bir savaş yaşamış bir kentte olabilir. Örneğin şimdi Suriye’de olabilir…” diyor. Yalnızca göçük, grizu gibi maden kazalarının değil; aslında meslek hastalıklarından yaşanan ölümlerin de aynı ölçüde dikkate alınması gerektiğini vurguluyor Çalık ve devam ediyor: “Benim bildiğim burada emekli olduktan sonra hemen hemen kimse 5 yılın üzerinde yaşamamıştır. Tahmin ediyoruz ki, yalnızca Kandilli’de madenlerde yaşamını yitiren 250-300 civarında maden işçisi var. Bu da, aynı sayıda kadının eşsiz; ortalama dört çocuk sahibi olduklarını düşünsek, binin üzerinde çocuğun da babasız kaldığını ortaya koyuyor. Bu rakamlar, herhangi bir savaşın, silahlı çatışmanın olmadığı; insanların yalnızca ekmek parasını kazanmak uğruna çalışırken yaşamını yitirdiği-eşsiz ya da babasız kaldığı düşünüldüğünde, gerçekten çok büyük rakamlardır.”

     “ANAYASA’DA ‘SOSYAL DEVLET’ YAZAN DURUM, BURADA HİÇ OLMADI”
     Havzadaki 160 yıllık kömür üretim kültürünü anımsatan ve bir kez Osmanlı, bir kez de Cumhuriyet döneminde olmak üzere iki kez mükellefiyet dönemlerinin yaşandığını ifade eden Çalık, tanıklıklarını anlatıyor: “Bu iki dönemde de, devlet tüm kaba gücünü burada göstermiş. O günlerden bugünlere, bunun içselleştirilmiş bir yansıması da var. Anayasa’da ‘Sosyal devlet’ diye yazan durum, aslında burada hiçbir zaman olmadı. Olması için de kimse bir şey yapmadı. Aç mıdırlar-tok mudurlar, evleri-barkları var mıdır, halin nedir, kadınların durumu nedir rahatsız eden var mıdır, sobası yanıyor mudur… Hiç umurlarında değil. 1983 grizusunu, 1992 grizusunu ve 2010 Karadon grizusunu gördüm, yaşadım. Gördüğüm ilk şey, çok yoğun bir jandarma ve polis… Ocağa yakınını ya da arkadaşını bulabilmek ümidiyle koşan insanların, kavga etmek ya da devlet malına zarar vermek gibi düşünceleri olamayacağını, onların tamamıyla can derdinde olduklarını görmek istemiyorlar. Şimdi ben Soma’ya gitmek istediğimde, devlet ‘Ne işin var orada’ diyor. Benim Somalının acısını hissedebilmem için illa Somalı mı olmam gerekiyor? Depremde de benzer durumları yaşadık ama orada kimse ‘burada ne işin var’ demedi, eline kazma-kürek verip hatta ‘hadi çalış’ dediler. Neden? Çünkü ihtiyaç var. Peki burada senin ihtiyacın yok belki ama orada çocuklarını, arkadaşlarını kaybedenlerin, gösterilecek yakınlığa ihtiyaçları var. Varsayalım ki öyle bir durumda bir maden işçisi Başbakan’ı dövmüş olsun. Şimdi Başbakan’ın yediği tokatla, kocası ölen bir kadının durumunu karşılaştıralım. Hangi tokat daha ağır? Ya da Başbakan’a edilen küfürle, babası madende ölmüş bir çocuğun durumunu karşılaştıralım. Hangisi daha acıtıcı?”



(sabriye aşır)
 
 
Yorumlarınız
 » Gelin anneme sorun babasizligi 1983patlamasi kandillide alapli durabeyli koyu mehmet can torunuyum lakapi dayi oldu bir avuc komur icin dedem -   guray canbaz / 05 Haziran 2014- 13:43
 » bugüne kadar okuduğum en derli toplu ve madenci çocuklarının yaşadıklarını yansıtan yazılardan biriydi.medyada madenlerde yaşamını yitirmiş madenciler ve madenci aileleriyle ilgili gerçekliği gösteren, sosyolojik-psikolojik yanına vurgu yapan fazlaca bir haber olmadığı da dikkate alındığında; bu röportaj-haber çok daha anlamlı... -   salim çalık / 30 Mayıs 2014- 18:03
 
IP   3.138.36.168  
Ad Soyad*
Yorum*
Güvenlik Kodu:
Güvenlik Kodu  
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inanışlara saldırı içerem, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.  
?
 Günün Diğer Gelişmeleri
09 Kasım 2024
Zonguldak’ın Ereğli ilçesinde, kömürün bulunuşunun 195. yılı kapsamında, “Uzun Mehmet..
08 Kasım 2024
Sarıkamış'ta donarak şehit olan on binlerce askere kışlık giyecek, erzak ve mühimmat götür..
02 Kasım 2024
Net Sıfır Yol Haritası doğrultusunda çalışmalarına hız veren Erdemir, kömüre alternatif y..
28 Ekim 2024
Ereğli Belediye Başkanı Halil Posbıyık, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla bir mesaj yay..
26 Ekim 2024
Kdz. Ereğli Belediye Başkanı Halil Posbıyık, terörü bir kez daha şiddetle kınayarak Cum..
22 Ekim 2024
Cumartesi günü AKM Dr. Dündar Güçeri Etkinlik Salonu’nda yapılan seminerin açılış ko..





 
Anasayfa | Sık Kullanılanlara Ekle | Yayın İlkeleri | Künye | Reklam | Facebook | Twitter | İletişim
ereglibulteni© 2012-2024 Tüm Hakları Saklıdır