Okumaya meylettiğiniz bu yazı dün sabah kaleme alındı. Bugün gazetelerde en çok okunacağını düşündüğüm AKP kongresinde, Başbakan’ın dediklerinden de, orada olup bitenden de haberim yok doğal olarak. Ama kongre üzerine birkaç kelime yazmak istiyorum. Öncesinde ve sonrasında yaşananları, ülkenin demokratik gelişimi açısından olduğu kadar, demokrasinin bir yaşam biçimi olarak toplumda kök salması açısından da önemli buluyorum çünkü...
Fikriyatına hiç katılmasam, vaaz ettiği dünyaya tümden yabancı da olsam, toplumun yarısının gönlünde yer etmiş bir partiden söz ediyoruz sonuçta… AKP’yi değilse bile ona gönül vermiş on milyonlarca insanı dönüştürmeden, onların zihniyet dünyasına yeni bir pencere açmadan, bu ülkeyi dönüştürmenin mümkün olmayacağı çok açık. Bunu nasıl becerilir bilmiyorum, ne yazık ki, hazır bir reçete de yok elimde. Ama demokrasiye içtenlikle inanmanın; vesayetçi, tepeden inmeci jakoben yaklaşımları reddedip AKP’nin ikiyüzlü politikalarını ifrata kaçmadan teşhir etmenin ve kendimize başka bir toplum bulamayacağımıza göre, geniş halk yığınları ile içtenlikli ilişkiler geliştirmenin bu işin abece’si olduğunu düşünüyorum…
Bunca sözün ardından size belki de “haydaaa” çektirecek bir cümle de kurayım: Emin olun, ne genel kurulda olacaklar, ne de edilecek sözler ilgilendirmiyor artık beni, gözümü dönüp bakasım bile gelmiyor. Yok, hayır, burnu Kaf Dağı’nın ardındaki solcu kibrinden gelmiyor kayıtsızlığım; fare dağa küsmüş dedirtecek türden bir ktipiyozluk sergilemek de değil niyetim… Dahası, -en azından şimdilik- bu duruşumun AKP’ye gönül vermiş milyonlarca insanın nezdinde, bir karşılığı olduğunu da düşünmüyorum. Hatta bu yazıyı okuyan kimi AKP’lilerinin “çok da tın” dediğin duyar gibiyim. Üzülerek belirtmeliyim ki, öncesinde yaşananlarla, Başbakan Erdoğan’ın son on beş gün içinde kongreye yönelik verdiği mesajlar, perşembenin gelişini çarşambadan belli etti ve AKP’nin oluşturduğu 2023 vizyonunun bir büyük demokratikleşme hareketinin değil de, “ileri demokrasi” mavrası altında, partinin lider kadrosu ile yandaşlarının ikbal bulma çabası olduğunu koydu ortaya…
DEMOKRASİ BU KONGRENİN NERESİNDE Yıllardır pek çok sivil toplum örgütünde, siyasi partilerde görev yaptığım için, genel kurulların nasıl bir işlev gördüğünü bilirim, bir parça olsa da. Genel kurullar, basın yayın organlarının hep öne çıkarttığı gibi, yönetici kadroların seçildiği organlar değildir yalnızca. Aldığı kararlarla örgütün, bir sonraki çalışma dönemine ait siyasal hattını belirleyip, yol haritasını çizmek gibi çok daha önemli görevi vardır aslında. Demokratik tartışma geleneğini oluşturamamış bizim gibi ülkelerde, ucu her zaman kavgalara açık tartışmalarla alınan kararlar, seçilen yöneticilerce, hayata geçirilmeye çalışılır.
Hepimiz gördük ki, AKP kongrelerinde en küçük bir tartışma -münakaşa değil münazara- olmuyor. Tek adam Tayyip Erdoğan, bundan sonraki süreçte partinin ne diyeceğini, yönetimde kimler olacağını yol arkadaşlarıyla değil de profesyonel (=paralı) kadrolarla birlikte belirliyor ve delegeler de neredeyse bir cemaat ayinine dönüşen ritüellerle, huşu içinde onaylıyor. Bize de, yalnızca, “demokrasi bunun neresinde” diye sormak düşüyor…
Hiç kuşku yok ki, siyasi partiler, bir çoğulculuk rejimi olan demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. İnsanlığın ortak aklının şu ana kadar oluşturduğu en iyi sistem olan demokrasi, bu yapılar üzerinden işler zaten. Hiç ilgisi yokmuş gibi görünse de, bir siyasi partinin iç işleyişi, onun nasıl bir ülke istediğinin de göstergesidir aynı zamanda. Kendi içinde çok sesliliğe tahammül etmekle kalmayıp, çoğulculuğu yaşatmak için tüzüğünde hükümler bulunduran, azınlıkta kalan düşüncelere de karar oluşturma süreçlerine katılma, yönetim organlarında kendini ifade etme olanağı sağlayan partiler, hiç tartışma yok ki, ülkede, tüm kurum ve kurallarıyla işleyen eksiksiz bir demokrasinin de teminatıdır… Bu açıdan bakınca yönetiminde kimlerin yer alacağından, hangi konuda ne denileceğine kadar her şeyin tek adam tarafından belirlendiği bir partinin varacağı yer, ileri demokrasiden çok daha başka bir şeydir bence…
AKP SANSÜRÜ HER YERDE AKP tek sesli bir Türkiye istiyor, bunun için de demokrasiyi kendi çizdiği sınırlar içine hapsetmeye çalışıyor. Kendine yönelik en küçük bir eleştiriye tahammülü olmayan iktidar partisi, muhalif seslerin bastırılması için elindeki her türlü olanağı kullanıyor. Kongre gününün sabahında internete düşen şu haber, okumasını bilene, AKP’nin anti demokratik yüzünü, ikiyüzlülüğünü anlatmaya yetip de artacaktır bence:“Türkiye’nin en eski ulusal gazetesi olan Cumhuriyet’e AKP kongresi için ambargo kondu. Cumhuriyet, muhabirlerinin AKP kongresini izleme başvurularının reddedildiğini açıkladı. Cumhuriyet’in ardından Sözcü, BirGün, Evrensel, Aydınlık, Yeni Çağ ve Özgür Gündem gazeteleri ile IMC TV´nin de AKP’nin 4. Olağan Kongresi’ne alınmayacağı haberi geldi. AKP Genel Merkezi’nden, hepsi iktidara muhalif çizgide yayın yapan bu kuruluşlara açık bir gerekçe iletilmediği, ‘Başvuruda geç kalındığı’ gibi bir mazeret öne sürüldüğü bildirildi.”
AKP sansürü yalnızca bu gazetelerin salona alınmasıyla da sınırlı kalmadı. İnternet sitelerinin haberine göre Habertürk TV, 29 Eylül günü, saat 18.00’de yayınlanan haber bültenine, AKP 4. Olağan Kongresi’ni değerlendirmek üzere Utku Çakırözer’i davet etti. Yayının başlamasına dakikalar kala AKP’nin Medya ile İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in yardımcısı kanal yöneticilerine, “Bu yayın için bizden izin almadınız. O yüzden yapamazsınız” dedi. Yayın yasağına gerekçe olarak Cumhuriyet Gazetesi’nin kongreyi izlemesine getirilen yasağı gösteren yetkili, kanal yöneticilerini de tehdit ederek, “Eğer bu yayın yapılırsa, bu gece Hüseyin Çelik’in katılacağı program yapılmaz. Hüseyin Çelik sizin yayınınıza çıkmaz” diye konuştu. Bu sözler üzerine durumu değerlendiren kanal yöneticileri Çakırözer ile yapacakları canlı yayını iptal etmek zorunda kaldı…
Buyurun, AKP demokrasisini buradan yakın… Demokratikleşmede olduğu kadar, en iddialı olduğu Kürt meselesinin çözümü konusunda içtenlikli bulmuyorum. Bir yandan PKK ile en üst düzeyde görüşmeler yaparken diğer yandan ırkçılık derecesindeki hamasi söylemlerle milliyetçiliğin ipine sarılan bir partinin oy kaygısını anlıyorum bir parça. Ama “terör örgütü” ilan ettiği PKK ile gerekirse Oslo benzeri süreçlerle görüşmekten çekinmeyeceğini açıklayıp, “Onlarla kucaklaşanlara selam bile vermem” diyerek BDP’yi yok saymasındaki mantıksal tutarsızlığı, kendime bile açıklayamıyorum. Bir gazetecinin çok doğru bir şekilde “AKP, artık siyasetle mücadele, terörle müzakere edecek” şeklinde formüle ettiği bu yaklaşım, malum partinin, siyasi zikzaklarının, samimiyetsizliğinin en somut örneği olarak, siyasal tarihimizde yerini alacaktır kesinlikle…
AKP kongresini neden izlemeye gerek duymadığımı bilmem anlatabildim mi?