İzlemişsinizdir mutlaka, vilayet ve adli yöneticilerden herhangi biri geçtiğimiz hafta yapılan Zonguldak Barosu’nun genel kuruluna nezaketen de olsa katılmayınca, divan kurulu başkanlığını yapan Avukat Kaya Taşçakmak, “Bir cami derneği kongresi olsaydı, gelirlerdi herhalde” sözleriyle tepki gösterince, başta Halkın Sesi olmak üzere, kentteki yerel basına epey konu olmuştu. Yılların deneyimli hukukçusu Kaya Ağabey’in bu eleştirisini başta Sayın Vali ve Cumhuriyet Başsavcısı olmak üzere hiçbir kent yöneticisi üzerine alınmamış olmalı ki, yanıt verme gereği duymadı. Her ne kadar sayın yöneticilerin tartışmaların uzamaması için bilinçli olarak takındıkları bir tavır olduğunu düşünsem de, konu üzerinde birkaç kelime etmek isterim. Sözün büyüsü denen şey bu olsa gerek, Kaya Ağabey, bana göre, kitaplar dolusu sözle açıklanamayacak bir devlet yönetme biçimini, teşekkür edilesi bir şekilde tek bir cümle ile ortalığa döküverdi çünkü…
AKP iktidarı ile birlikte, temel paradigması da değişen devlet, önceliğini “toplumu muhafazakârlaşma, dini değerlere sahip çıkma” olarak belirleyince, böylesi görüntüler kaçınılmaz hale geldi. “Resmi ideolojiden arınma, askeri vesayeti sona erdirme” söylemiyle yola çıkıp, özgürlükçü-liberal çevrelerin de desteğini aldıktan sonra, kendi ideolojik hegemonyasını kurmak için attığı adımlar doğal olarak bu sonuçları doğurdu. Devletin tüm yönetici kadrosunun aynı dünya görüşünden olmasından vazgeçtim, tornadan çıkmış gibi aynı yüz ifadesine sahip, birbirinin kopyası insanlardan oluşması da bu sonuçlardan biri. Eskiden de yoktu ama ehliyet, liyakat, başarı, deneyim gibi ölçütler hepten bir yana kondu, yeni dönemin ruhuna uygun bambaşka kıstaslar getirildi yerine. Zonguldak Valisi’nin, yeniden diriltilmeye çalışılan İmam Hatip Okullarına, devletin bizzat destekçi olduğunu dünya aleme göstermek için, Zonguldak İmam Hatip Mezunları Derneği’nin kongresine onur konuğu olarak gidip, devleti oluşturan anayasal erklerden biri olan yargının temel bileşeni Baro’nun genel kuruluna, bir yardımcısını bile göndermemesi de bu yüzden bence…
KAPİTALİZMİN TANRISI PİYASA Yanlış anlaşılmasın AKP’yi ülkeyi şeriata sürükleyecek İslamcı bir parti olarak görmüyorum asla. Olsa olsa, halkın bu konudaki hassasiyetine yaslanıp İslami motifleri kullanarak iktidarını sağlamlaştırmayı düşünen tekelci kapitalizmin has partisi o. Kapitalist-emperyalist sistemin şeriat kurallarına göre yönetilen bir ülkeye gereksinimi de, tahammülü de yok bence. Malların, dolayısıyla sermayenin serbest dolaşımı için kuralların aksamadan işleyeceği; gerek hukuksal, gerek ekonomik, gerekse pazar olarak sisteme göbeğinden bağlı bir ülke istiyor çünkü… Bu sömürü sistemine göre, tanrı göklerdeki yüce bir varlık değil de, piyasanın bizzat kendisi ayrıca… Bana sorarsanız, Türkiye’de AKP, istenenden çok fazlasını veriyor. Çalışma yaşamını şekillendiren yasalarda işverenler lehine yapılan hukuksal düzenlemeler de, başta enerji olmak üzere stratejik tüm sektörlerin uluslararası yatırımcılara sınırsız bir şekilde açılması da, özelleştirme, taşeronlaştırma uygulamalarının gaz kesmeden sürdürülmesi de bu yüzden zaten…
Halkın dini duygularına yaslanarak ikbal bulanlardan söz etmişken, “Kimse Yok mu Derneği”ne değinmeden geçersem olmayacak... İpliği pazara çıkan “Deniz Feneri Derneği”nin yerine ikame edilen bu dernek, yaklaşan Kurban Bayramı nedeniyle etkinliklerini iyice artırmışa benziyor. Ülkenin dört bir yanında billboardlara asılan milyonlarca afişle halk, iyilik yapmaya çağrılırken, dünyanın dört bir yanında muhtaç durumda olan Müslümanlara ulaştırılmak üzere kurbanların kendilerine bağışlanması talep ediliyor. Elektronik billboardlardan, gazete ve televizyon ilanlarına kadar her türlü görsel malzeme kullanılarak yürütülen tanıtım kampanyası akli selim pek çok insan gibi, ne yalan söyleyeyim benim de aklımı karıştırıyor. Kimi akıldanelerin, pek çok kez yineledikleri gibi, “Sende akıl ne gezer” dediklerini duyar gibi olsam da, arkasındaki basit hesabı dikkatinize sunmak isterim yine de...
REKLAM PARASI YOKSULA DAĞITILSA Zaman zaman afiş, kitap, gazete bastırdığım için matbaacılık sektöründeki fiyatlardan da, billboard kiralarından da, televizyon ve gazetelerin reklam ücretlerinden de haberim var bir parça. Bu çapta bir tanıtım kampanyasının nasıl bir bütçeye ulaşacağını hepten bilemesem de büyüklüğünü hesap edebilirim bu yüzden. İddiam odur ki, “Kimse Yok mu Derneği” hiçbir şey yapmadan tanıtıma harcadığı parayı yetime, yoksula dağıtsa, emin olun, aklımızın almayacağı kadar çok sayıda insanın yoksulluk sorununu kökünden çözecektir. Bu kadar canhıraş bir kampanya düzenleyerek, bunca emeği de gereksiz yere harcamayacaktır böylece. Kâğıtçının, matbaacının para istemediği, billboardların ücretsiz tahsis edildiği, televizyon ve gazetelerin reklamları bedava yayınladığı iddia edilirse, o zaman bizim de bu hayırsever (!) sektör temsilcilerine, “Onca israfa ne gerek var. Oralara harcayacağınız parayı doğrudan derneğe verin, hem böylece daha çok sevap işlemiş olursunuz” deme hakkımız doğar ki, dinen de doğru olan bir yaklaşımdır budur bence…
Öyleyse nedir bu reklam merakı? Bu dev tanıtım bütçesinin kaynağı nereden geliyor? Hep yazdığım gibi insanın Tanrısı ile kurduğu gönül köprüsünün üzerine holdingler kurup, oluşturdukları dev bütçeli, çok üyeli kuruluşlarla dünyevi iktidarlarını bina eden din baronları ile yüzleşilmediği sürece kurtuluş çok zor bu ülkede...