Çalışma hayatını yeniden tanzim etmek üzere çıkarılan 6536 sayılı yasa, üzerinde konuşmaya hiç fırsat bulamadan, gündem denen bulanık çorbanın içinde kaybolup gitti. “Toplu İş İlişkileri Yasası” adıyla tartışmaya açılan ancak adı görüşmeler sırasında “Sendikalar Ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu” olarak değiştirilen yasa, Cumhurbaşkanının da onayından sonra Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. 12 Eylül döneminde çıkarılan “2821 Sayılı Sendikalar Kanunu” ile “2822 Sayılı Grev, Toplu İş Sözleşmesi ve Lokavt Kanunu”, sözüm ona, tarihin derinliklerine gömüldü böylece. AKP yandaşları, “Bir 12 Eylül yasasını daha ortadan kaldırdık” diye böbürlenirken, kazın ayağının hiç de öyle olmadığını anlatması gereken işçi sendikaları, bizce malum nedenlerle, derin bir sessizliğin içinde. Bu alanda kafa yoran herkes hemfikir ki, bu yasa, 12 Eylülcülerin çıkardığı yasanın ruhunu aynen korumakla kalmıyor, kimi düzenlemelerle onlardan da geriye düşüyor hatta.
Öncelikle ifade etmek gerekiyor ki, uluslararası sendikal örgütler başta olmak üzere pek çok işçi örgütü, bu yasaya daha tasarı aşamasındayken karşı çıktı ve hükümete, ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) normlarına uygun yasal düzenlemeler yapma çağrısında bulundu. Yasa mecliste görüşülürken, DİSK ile Türk-İş içinde “Sendikal Güç Birliği” adı altında bir araya gelen muhalif sendikalar, polisin gaz bombasıyla müdahale ettiği eylemlerle protesto gösterilerinde bulundu. Yandaşlık konusunda Memur-Sen ile yarışa giren Hak-İş hükümete doğrudan, Türk-İş ise tavırsızlığıyla dolaylı destek vererek, işçi sınıfının bütünlüğünü parçaladı ve kayda değer bir engelle karşılaşılmadan yasanın çıkmasını sağladı. Oysa bu yasa, hiç ifrata kaçmadan söylüyorum ki, grevi yasaklıyor, tırpanladığı sendikal hak ve özgürlükleri, işçilerin önemli bölümü için kullanılmaz hale getiriyor Bu yönleriyle de işçilerin lehine bir toplu iş sözleşmesi imzalanmasını neredeyse olanaksız kılıyor.
“MIŞ GİBİ” YAPAN BİR YASA Bana sorarsanız “mış gibi” yapan bir yasa bu. İşçilerin, sendikalara üye olmasını kolaylaştırmış gibi yapıyor ama daha da zorlaştırıyor örneğin. 12 Eylülcüler, yürürlükten kalkan 2821’de, noter aracılığını yasal koşul haline getirmişti. 6536’da olumlu bir gelişme olarak bu kaldırıldı ama bu kez, yasadaki ifadesiyle “e-devlet kapısı” zorunluluğu getirildi. İşçiler bir sendikaya üye olmak için e-devlet aracılığıyla elektronik ortamda müracaat edecek artık, başvurusunun kabul edilip edilmediğini de yine aynı yerden öğrenecek. Örgütlenmenin nispeten daha kolay olduğu kamu işyerleri için bir sorun olmasa da, işverenlerin gözetimine açık olan bu riskli ortam, işyerlerinde sendika istemeyen işverenlerin, üyelikten anında haberdar olmasını da beraberinde getireceği için özellikle özel sektörde, taşeronlarda çalışan işçilerin sendikaya üye olmasını fiilen imkânsız kılacak…
Bir önceki yasada yüzde on olan örgütlenme barajı, bu yasa ile yüzde üç gibi sözüm ona daha makul bir düzeye çekilse de, kimi işkolları birleştirilerek, baraj pek çok işkolunda fiilen artırıldı aslında. Eski yasada 28 olan işkolu sayısı, 6536’dan 20’ye düşürüldü. Böylece iş kollarında çalışan işçi sayısı artarken, üye sayısı sabit kalan sendikaların ciddi bir yetki sorunu çıktı ortaya. Sayılara tam vakıf olmadığım için bilemiyorum ama yasaya karşı olan çevrelerin ileri sürdüğü iddialara göre eğitim, sağlık, ulaştırma, inşaat, gazetecilik, turizm gibi işyerlerinde toplu sözleşme yapmak neredeyse olanaksız hale geldi artık. Öte yandan 30’dan az işçi çalıştıran işyerlerinde sendikal faaliyetleri nedeniyle işten çıkarılan işçilere tazminat ödeme yükümlülüğü kaldırılarak sendikaların önüne daha büyük bir set çekildi. Böyle işyerlerinde çalışan işçi sayısı altı milyonu geçiyor ki, bu da ülkedeki toplam işgücünün neredeyse yüzde yetmişine karşılık geliyor. Bu durum sendikalı olma ayrıcalığına sahip yüzde otuz azınlığın da, baraj nedeniyle toplu sözleşme hakkını kullanmada epey zorlanacağı anlamına geliyor. İşkollarının yeniden düzenlenmesinin kentimizi ilgilendiren yanıysa Genel Maden İşçileri Sendikası’nın faaliyet yürüttüğü “madencilik” işkolunun adının, “Madencilik ve taş ocakları” olarak değiştirilmiş olması. GMİS derin bir sessizlik içinde olduğu için, bu durumun ne gibi sonuçlar doğuracağını bilmiyoruz henüz…
HÜKÜMETE KEYFİYET YETKİSİ Yeni yasa ile grev resmen olmasa da fiilen yasaklanıyor. Hükümete, “genel sağlık ve milli güvenlik” gibi muğlâk gerekçelerle tanınan 60 gün süre ile grevleri erteme hakkı korunuyor çünkü. “Ne var bunda, bu hüküm eski yasada da vardı” diyenler çıkabilir. Daha demokratik olduğu iddiasında olan bir yasanın eski yasadaki yasakları aynen korumasının kabul edilemez oluşu bir yana, ondan da kötü bir durum var ortada. Hükümetin grev erteleme kararına karşı eski yasada açık olan yargı yolu, bu yasa ile kapatılarak, sendikaların Danıştay’da dava açma hakkı ortadan kaldırıldı. Bundan sonra hükümet, tıpkı Türk Hava Yolları’nda yaptığı gibi, canı istediğinde grevi erteleyebilecek. Yargı yolu da kapandığı için bu karar fiilen yasaklama anlamına gelecek…
Yeni yasanın, kimi işkollarında grev yasağını sürdürmesi; dayanışma grevi, hak grevi, genel grev gibi toplu sözleşme süreçleri dışında yapılacak grevler üzerindeki yasakları koruması; kayıt dışı sektörlerde süren kuralsızlık, sömürü ve güvensizliği yasal teminat altına alacak hükümler içermesi gibi pek çok yönü üzerine de bir şeyler yazmak isterdim. Ama yerim bitti ne yazık ki. Yazımı, çalışma yaşamına radikal değişimler getirmekten vazgeçtim daha da gerilere getiren bu yasa karşısında Genel Maden İşçileri Sendikası’nın henüz tek kelimelik bile olsa bir açıklama yapmamış, işyerlerinde bilgilendirme yolunda hiçbir çaba ortaya koymamış olmasını hayretle karşıladığımı söyleyerek bitiriyor, bu sessizliğe kamuoyunun dikkatini çekiyorum.