Tanıyanlar bilir, sıkı bir Müslümandı babam. Din hayatının en belirleyici öğesi, temel referansıydı. Bir tarikat ehli olarak sözcüğün tam anlamıyla iyi bir dindardı ama yobaz değildi kesinlikle. Okuması yazması olmadığı halde, içinde bulunduğu topluluğa, kendi yaş kuşağına göre ileri görüşlü bile sayılabilirdi. En büyük arzusu, içinde Allah korkusu olan insanlar olarak yetişmemizdi, sıkı bir disiplin altında tutardı bu yüzden bizi. Kendinden sonra dünyaya dini bütün evlatlar bırakmayı en büyük kulluk vazifelerinden biri sayması kadar, hak ile batılın ayrıldığı o büyük günde hesap verenler arasında olmamızı istemesinin payı çoktu bunda. Evlatlarının cehennem ateşinde yanması en büyük kabir azabıydı onun için. Bunları anlatır, Allah’ın yolundan ayrılmamamızı öğütler, öyle olması için dua ederdi. Sonrasında gelişen politik süreçlerde hangi konuda ne düşündüğümüze, hangi siyasal iddianın peşinde koştuğumuza müdahil olmaya gücü yetmedi ama kültürel olarak tümüyle şekillendirdi bizi...
“Haram-helal” kavramları, davranışlarımıza yol gösteren temel ölçütler oldu örneğin. Haksızlıklara karşı çıkıp yoksulun, yetimin hakkını savunmak, her daim mazlumun yanında durup son lokmasına kadar ekmeğimizi paylaşmak ondan miras kalan bir şeydi biraz da… Çok yoksulduk gerçekten ama bir o kadar da gözümüz, karnımız toktu. Düşünüyorum da, Ereğli Kömürleri İşletmesi’nde sözcüğün tam anlamıyla “ırgat gibi” çalışarak kazandığı üç kuruşun dışında çok az para girdi kesesine babamın. Hiç durmaz, hafta tatillerinde bile çalışırdı oysa. Neredeyse hiçbirinden para almazdı, evimizde karnımızı doyuracak ekmeğimiz vardı ya, ne mutluydu ona… Daha komiğini söyleyeyim, çocuk günlerimden aklımda, sanırım birkaç kez toplu sözleşme farkları devlet tahvili olarak verilmişti. Şimdiki tahviller de öyle midir bilmiyorum, yeşil rengin baskın olduğu kartonlara basılmış tahvillerin altında, üzerinde tarihlerle para miktarı yazılı “faiz kuponları” vardı. Bizim yalvarıp yakarmalarımıza aldırmadan kesip atardı babam, hakkı olmayan haram bir paraydı çünkü o…
MÜRT-MÜRŞİT İLİŞKİSİNİ AŞTI Devran döndü, babam gibi gerçek Müslümanlardan çok az kaldı şimdilerde. “Bir lokma bir hırka” felsefesi ile yola çıktığını söyleyenler, devlet bütçesinden de fazla parasal büyüklüklere hükmediyor artık. Hikmet-i Huda böyle emrettiği için mi bilinmez, Allah ile kulunun kurduğu gönül köprüsü üzerinde dev holdingler, bankalar, saadet zincirinin son halkasına gelmiş din baronları var tümüyle. Bize “Günahtır çocuklar, bunu bulamayan da var” diye ekmeğimizi son lokmasına kadar yememizi öğütleyen –iyi ki de öyle yapan- fukara babam, “Fakirlik Allah’a en yakın mertebedir. Müminlere, bu dünyada Allah tarafından verilmiş en büyük hediyedir” diyen şeyhlerin ellerinde bir asa ile çıktığı yolculukları lüks villalara, çiftlik evlerine doğru dudak uçuklatan pahadaki lüks araçlarla sürdürdüklerini görse, aklına gelen soruları inancına gölge düşüreceği korkusu ile dile getiremezdi herhalde.
Kimsenin dinine, diyanetine karışmak gibi bir niyetim yok. Ama söylemek zorundayım ki, tarikatlaşma ve cemaatler “mürt-mürşit ilişkisini” aştı, esaslı bir toplumsal bir meselesi oldu bu ülkenin. Giderek sosyal, siyasal hayatın temel belirleyicisi olarak içinden çıkılması güç bir meselesi haline dönüştü. Nedenini, anlatmak isterim bir parça. Deminden beri izah etmeye çalışıyorum ki, tarikat ve cemaatler dokusuna işleyerek, yapı taşı haline geldi toplumun. Toplumsal muhalefetin bunca güdük kalmasından da anlaşılabileceği gibi, ortaya çıkardığı kaderine razı tevekkül sahibi insan tipi ile de toplumun mecalini, karşı çıkma refleksini tüketti. “Hak, hukuk” kavramları yerini “lütuf ve ihsana” bırakırken hakkını isteme, verilmediği takdirde direnerek kazanma duygusunun yerinde, “güç sahiplerinden iane alma, ulufe kapma” gibi çağdaş insanda yeri olmayan anlayışlar gelişti…
AKP İLE PATRONLAR YARARLANIYOR Bu durumun ortaya çıkmasında toplumsal muhalefetin doğrudan sözcüsü olan solun güdüklüğünün, geniş yığınlarla sahici ilişkiler geliştirerek bir parçası haline gelememesinin payı çok elbette. Lafı eğip bükmeden söyleyeceğim ki, halk da ikiyüzlü bu konuda. Solcuları, “Amerika’ya karşı çıkıyorlar, lâkin kot pantolon giymekten de geri durmuyorlar” ya da “kapitalizme karşılar ama en zengin onlar” diye itibarsızlaştırırken, dinen caiz olmayacağını düşündüğünden olacak, din baronlarını hiç sorgulamıyor örneğin… Solcuların elinde patlayan “İSKİ Skandalı” çok haklı biçimde parti kapatmaya kadar giderken, hırsızlığı ayyuka çıkanların yerini alan İslamcı dernekler, bir öncekinin yapıp ettikleri ortadayken “iyilik patlaması” yaşıyor. Bir kişi de, “Hangi hesapta ne kadar para toplandı, bu paraların ne kadarı nereye harcandı?” diye de sormuyor. Dudak uçuklatacak bir bütçe ile yapılan bunca “yardım edin” reklamına ne gerek vardı sorusu da, nedense, gelmiyor kimsenin aklına…
Kabul etmek gerekiyor ki, bu iklimden en çok da AKP ile patronlar yararlanıyor. Biri siyasi, diğerleriyse mali iktidarını derinleştirdikçe derinleştiriyor. Biri kendisine yönelen tüm eleştirilere gözünü yumup tiranlaşırken, diğerleri bilmem kaç kişiye ekmek verdiği iddiasıyla dokunulmazlığını ilan ediyor. “Hak” kavramının yerine “ihsan” buyurmayı ikame ederek, biri insanların en temel haklarını bile bahşediyormuş gibi davranırken, diğeri aslanların bile ekmeksiz kaldığı şu ahlâksız düzende, “bilmem kaç kişiye ekmek veriyorum” babalanması ile dolaşıyor ortalıkta. Sevgili arkadaşım Aziz Çelik’in bir başka vesile ile çok iyi ifade ettiği gibi her ikisi de, “Görülen iş karşılığında ödenen ücreti ‘ekmek verme’, sosyal hakları ‘atıfet’, sendikayı alt edilmesi, alt edilmediği koşullarda elde edilmesi gereken ‘düşman’, grevi ekonomi için tehdit gören zihniyetin ürünü olarak” çıkıyor karşımıza. Kol kola da girip iliğimize kadar sömürüyor…
Cemaatleşmeden başladık, söz buraya kadar dayandı. Derdin kökünün ne kadar derinde olduğunu bir parça daha anlamak için, çalıştırdığı insanları ekmek verdiği köleler olarak gören çağdaş tiranlara sormak isterim: Bindiğiniz dört çekerleri, villalarınızı, metreslerinizi, bankadaki milyonlarınızı, kat kat iş hanlarınızı kim verdi size? “Ekmek veriyorum” diye küçümsediğiniz insanların sırtından mı kazandınız, gökten mi yağdı yoksa? Eminim gün sekiz saat kazma salladığı halde yiyecek ekmeğinden başka bir şeyi olmayan yer altı insanlarından bile çok çalıştığınız için, sevgili kulları arasına girdiğiniz Cenabı Hak lütfetmiştir size… Fırsat buldukça desteğinizi esirgemediğiniz cemaatler de şahidinizdir, adım gibi eminim bundan…