Lafı hiç eveleyip gevelemeden son sözü en başından söyleyeyim. Bıkmadan yazdığım gibi kaderine hükmedenler gerçekten yazık ediyor bu kente. Mülki amirinden, seçilmiş yöneticisine değin herkes, “bu kenti daha kötü yapma, çirkinleştirme” yarışına girmiş sanki. Kimler olduğunu, nedenlerini de açıklayarak yazabilirim, ancak bir köşe yazısının sınırları da belli sonuçta. O yüzden yalnızca biriyle yetineceğim şimdilik. Eleştirilerim bu kez, Bülent Ecevit Üniversitesi Rektörü Mahmut Özer’e yönelik olacak. Kabul etmek gerekiyor ki, göreve geldiğinden beri kampus alanları çok fazla imkân tanımasa da, yaptığı yatırımlarla, daha büyük bir üniversite yaratmaya doğru koşar adım gidiyor Hoca. Hem merkez, hem de sağlık kampusunda yapımı devam eden inşaatlar bittiğinde fiziki kapasitesi oldukça artırmış olacak üniversitenin; doğal olarak öğrenci sayısı da çoğalacak. Bu durumun eğitimin niteliğine nasıl yansıyacağını ise zaman gösterecek. Ama şimdiki tablonun çok da parlak olmadığını söylemek isterim. Bülent Ecevit Üniversitesi pek çok alanda, Anadolu’nun bir köşesine kendisinden çok daha sonra kurulmuş üniversitelerin bile epey gerisine düşmüş durumda çünkü.
Birkaç örnekle açıklayayım isterseniz. ÖSYM’nin yayınladığı “2013 Yılı Başarı Sıralamalı Taban Puanları Kitapçığı” nda, “Elektrik-Elektronik Mühendisliği” nde, Bülent Ecevit Üniversitesi yüz on yedinci sırada bulunuyor örneğin. En iddialı olması gereken “Maden Mühendisliği” alanındaysa ikinci öğretimler de dâhil, öğrenci alan, yirmi sekiz üniversite programı arasında ancak yirminci sırada yer bulabiliyor kendine. Zonguldak yüz yıllardır oluşturduğu üretim kültürü ile madencilik sektörünün, canlı laboratuarı gibi oysa. 1924 yılında Cumhuriyetin ilk yüksek okulu olarak Maden Mektebi’nin kurulmuş olmasıyla da cumhuriyetle yaşıt bir birikimi bağrında taşıyor. Hal böyleyken sıralamada bu kadar gerilere düşmesi, son derece hazin bir durum bana sorarsanız. Bir vizyon olarak önünde duran Tıp Fakültesi için de aynı şeyleri söylemek mümkün; yüz yedi program arasında, yetmiş yedinci sırada geliyor… Verdiği sağlık hizmeti ile yöre halkının önemli bir gereksinimini gideren fakülte, eğitim alanında, ne yazık ki, aynı performansı gösteremiyor…
YALNIZCA ÜNİVERSİTENİN SORUNU DEĞİL Eğitimin niteliği bir başına bunla mı ölçülür? Hayır! Akademik başarıyı ölçebilmek için yapılan araştırmalar, uluslararası dergilerde yayımlanan bilimsel makale sayısı, ödüller, üst programlarda başarı gösteren öğrenci sayısı gibi pek çok kıstası da göz önünde tutmak gerekiyor. İtiraf etmeliyim ki, bunlarla ilgili geniş bir bilgiye sahip değilim, değinmeye çalışacağım konu bu olmadığı için de araştırmadım zaten. Bir üniversitenin tercih sıralamasında gerilere düşmesi, bir başına kendi sorunu da değil ayrıca. İçinde yer aldığı kentin ışıltısının hem öğrenci, hem de öğretim elemanlarını kendine çektiğini, “üzerine karanlıklar yağan” bir kent görünümündeki Zonguldak’ınsa bu ışıltıdan oldukça yoksun olduğunu söylemem gerekiyor. Buldukları her yere yapı ruhsatı vermeyi, belediyeciliğin tek işlevi zanneden hacıyatmazlardan bir türlü kurtulmadığı için temel hiçbir sorununu çözemeyen, çağdaş kentçiliğin “ç” sinden bihaber bir kentin, bir üniversite şehri olarak düşünülmesindeki absürtlüğe de işaret etmem gerekiyor…
Anımsanacaktır, Rektör Özer göreve başlar başlamaz ilk iş olarak öğrencilere uygulanan türban yasağını kaldırdı… Kim nasıl değerlendirdi bilmiyorum, ama zaten yapay olarak gördüğüm bu sorunun kökünden çözümlenmiş olmasını sevindirici bir gelişme olarak gördüğüm için, destekledim kesinlikle. Her şeye olduğu gibi türban meselesine de özgürlükçü bir perspektiften bakıyordum çünkü. Yasağın kaldırılmasını akademik özgürlüklerin bir parçası saydığım kadar, daha demokratik, daha özgürlükçü bir üniversite yolunda atılmış bir adım olarak da görüyordum ayrıca. Dahası, bilim ve teknolojinin ancak ve ancak böylesi demokratik ortamlarda gelişebileceğini düşünüyorum. Zaman içinde gördüm ki, Rektör Özer de, tıpkı muhipleri gibi kendine Müslüman’mış yalnızca. Özgürlüğü yalnızca kendileri gibi düşünenler için elde edilmesi gereken bir değer olarak görüyormuş. Mazlum olarak gördüğü fikirdaşlarının hakkını teslim ederken, kendi gibi düşünmeyenlere zalim kesiliveriyormuş bir anda…
ÖZGÜRLÜKÇÜLÜĞÜ YALNIZCA TÜRBANLA SINIRLI Sizler de okumuşsunuzdur gazetelerden: Geçtiğimiz hafta, YÖK sistemini tartışmak için forum yapmak isteyen muhalif bir kısım öğrenci, rektörlükten salon istemiş. İddiaya göre kendilerine salon tahsisatı yapılmış da. Ancak, neden gerek duyulduysa, daha sonra da vazgeçilmiş. Salona gelen öğrencileri, arkadaşları değil de güvenlik gücü ordusu karşılamış bu yüzden. İlgililere ulaşmaya çalışan öğrencilere tüm kapılar duvar haline getirilince, ortam gerilmiş ve salon kapısında kısa süreli bir arbede yaşanmış. Daha sonra rektörlüğün önünde protesto için halay çekip oturma eylemi yapan öğrencilere, çevik kuvvet ile özel güvenlik görevlileri müdahale etmiş. Copların ve biber gazlarının kullanıldığı müdahale sonrasında, yirmi öğrenci gözaltına alınmış. Öğrenciler, çok şükür ki, bir gün sonra çıkarıldıkları savcılıkça serbest bırakılmış.
Farklı düşüncelere kendini bu kadar kapatan Rektör Özer’e “Sizin özgürlükçülüğünüz türbanla mı sınırlı yalnızca” sorusunu yöneltmek gerekiyor artık. Eklemek gerekiyor ardından: Üniversite kampusu içinde sorunlarını tartışmak isteyen gençlere bu şekilde davranarak hepten sokağa ittiğinizin farkında mısınız? Oturmak, halay çekmek, slogan atmak gibi son derece masum eylemlerle barışçı gösteriler yapan öğrencilerin, acımasızca dövülerek gözaltına alınmasına göz yummakla, gençleri daha köktenci görüşlere ittiğinizi düşünemiyor musunuz? Aileleri tarafından sizlere emanet edilen bu çocuklara, bu derece acımasız davranılması hiç mi vicdanınızı incitmiyor? Muhalif oldukları için kendi çocuklarınız olarak görmüyor musunuz yoksa? Böylesi şiddet uygulamalarına kapıyı açık tutarak, üniversitenizin marka değerini düşürdüğünüzün hiç mi farkında değilsiniz? Hepsini geçtim de, ODTÜ Rektörü Ahmet Acar’ın başbakanı protesto eden öğrencilerinin acımasızca dövülmesini, “Protesto her insanın olduğu gibi öğrencilerin de hakkıdır. Çocuklarıma uygulanan şiddeti kınıyorum” diyerek gösterdiği onurlu duruş, bir parça olsun örnek olmuyor mu size?