İş saatime denk geldiği için katılamadım ama gazetelerden okuduğuma göre Kent Konseyi’nin “Nasıl Bir Zonguldak İstiyorum” başlıklı toplantısı epey eğlenceli geçmiş galiba. İlliyet bağını nasıl kurdu anlamadım, Pusula, Vali Erol Ayyıldız’ın, hayalindeki Zonguldak’ı anlatırken Monaco’yu önek verdiğini yazıyor… Konuşmasının ardından hiç kimseyi dinlemeden salondan ayrılmış Sayın Vali. Katılımcıların kimileri de haklı olarak tepki göstermiş. Hep biliyoruz, yetkililere dert anlatmak çok zor bu ülkede. Zat-ı muhteremler devlet işleri ile sürekli meşgul oldukları için avamı dinlemeye vakit bulamıyor bir türlü… Bilimde, teknikte, sporda, sanatta bunca ileri gitmemiz onların bu çalışkanlığı sayesinde zaten…
Vali Ayyıldız, Zonguldak-Monaco örneklemesini gerçekten yaptı mı bilmiyorum. Böyle bir şey yaptıysa katılımcılara kötü bir şaka yaptı demektir; kentleşmenin konuşulduğu bir toplantıda iki kentin ismini yan yana telaffuz etmek bile akla zarar çünkü… Monaco doğal güzellikleri, turizm yatırımları ve dışarıdan gelenlere sunduğu olanaklarla dünyanın en güzel kentlerinden biri çünkü. Her memleketten gelen milyonlarca insan, son derece iyi duygular ve büyük bir memnuniyetle ayrılırken, yüklü paralar da bırakıyor oraya. Zonguldak’a gelenlerse büyük bir şaşkınlıkla etrafa bakıp, “Yahu biz nasıl bir memlekete düştük? Bu zamanda böyle bir yer mi kaldı?” diyor. Orada doğa, hiç bitmeyen bir zenginlik kaynağı olurken, burada akıl almaz bir gözü dönmüşlükle talan ediliyor. Havası solunmayan, suyu içilmeyen, denizimizde yüzülmeyen bir garabet, kent diye yutturulmaya çalışılıyor insanlara.
Biliyor musunuz dünyanın en küçük devleti olan Monaco bir planlama harikasıdır. El içi kadar küçük araziye, dünyanın en yoğun nüfusunu sığdırıp bir de görsel bütünlüğü korumak kolay bir iş olmasa gerektir. Kent planı, anayasanın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen maddeleri gibidir adeta. Onca arazi yoksulluğuna karşın, tarihi yapılar yüzlerce yıla tanıklık eden bilgeler olarak koruma altındadır. Bakımlı yolları, ışıltılı caddeleri ile rüyalar kentidir Monaco; Zonguldak’ta olduğu gibi karanlıklar yağmaz insanların üzerine… Olan yeşili yok etmek değil terasları, çatıları bahçe yaparak olmayan yeşili üretmek gibi bir dert vardır içlerinde…
GÖKSEL OLANDAN DEĞİL KENDİ YASALARINDAN KORKARLAR Dahası, kent sorunlarının tartışıldığı bir toplantıda, “Gelişigüzel yapılaşmayı durdurmak gerekiyor” diyen zat değil belediye başkanı, zabıta memuru bile olamaz oralarda. Riyaset makamına oturan kişi, hiçbir şeyi bilmese bile çirkin yapılaşmayı önlemenin herkesten önce kendi görevi olduğunu bilir. Şikâyet etmez, yapar. Estetik duygusu vardır bir parça. Kent mobilyalarını, yer kaplamalarını seçerken bütünlüklü düşünür, Çingene donu gibi her kaldırımı bir başka aksesuar ile donatmaz. Kentin kimliğinin biraz da burada yattığını iyi bilir. Körün gözüne sokar gibi, kentin en ortalık yerinde, alan ne kadar kısıtlı olursa olsun, iki kişinin yan yana yürümesini engelleyecek şekilde büfe koymayı aklından bile geçiremez hiç kimse.
Monaco demek rant, zenginlik, kumar demek olsa da, sorunlar, ağırlıklı olarak insan odaklı yaklaşımlarla çözülür. Bırakın temel altyapıyı, doğru düzgün ulaşımı, yürünecek kaldırımı olmayan tarla bozuntusu yerlere bilmem kaç katlı yapı ruhsatı veremez hiç kimse. Hangi bölgeye kaç katlı yapı yapılabileceği çok önceden belirlendiği için, kat sayısı her seçilen başkana, imar komisyonuna göre değişmez. Bir parça münafık oldukları için Allah’tan biz kadar korkmasalar bile, kuldan utanmaları vardır epeyce. Tuhaf insanlardır, göksel olandan daha çok kendi ürettikleri yasalardan korkarlar. Bizim aklı evveller gibi hülle yapıp, mevzuatın arkasından dolanmayı hayal bile edemezler ne hikmetse…
Zonguldak abidelerin yok sayıldığı kent iken, Monaco, bir heykeller, abideler kentidir. Yöneticileri tiksinerek bakmaz onlara, içine tükürmeyi ya da ucube ilan edip yıkmayı düşünmez. Hele hele görünümlerine bakıp, cinsel fanteziler hiç üretmez. Sanatsal yapıtlarla ilgili yargıyı siyasetçiler değil sanatçılarla, kültür insanları verir daha çok. Dikildikleri meydanlar anıtlara göre tanzim edilir; çevre düzeni onlarla uyum içinde yapılır. Buralarda olduğu gibi kentin simgesi olmuş eserlerin beton yığınlarıyla gölgelenmesine izin verilmez. Dahası, hiç kimse anıt yıkıp yerine alışveriş merkezi ya da kumarhane yapmayı düşünmez.
Doğrusu ya Monacolular ile Zonguldaklılar arasında da fark var epeyce. En çok küfredip, kelime hazinesi kahvehane lakırdısından öteye geçmeyen bir zatı, “en delikanlı adam” payesiyle başkan seçmezler en başta. Seçecekleri kişinin inancı, teninin rengi, aile kökeni, hatta cinsel tercihleri değil de liyakati daha çok ilgilendirir onları. Görevin başarıyla yapılması önemlidir oralarda. En önemlisi de yalana karınları toktur, yalancının mumu yatsıya kadar bile yanmaz bu yüzden. Hamaset edebiyatına, vatan-millet nidalarına prim vermezler çok fazla… “Tekmil Avrupa’nın en başarılı başkanıyım” diye şişinen adamlara bir yerleriyle gülerler…
Biz de kaptırdık kendimizi, dedim ya akla zarar bu işler. Sahi nereden çıktı bu Monaco muhabbeti?