Söz dağarımın yetersizliğinden olacak, o kadar düşünmeme karşın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı emriyle Demir Şirketler Grubu’na yapılan operasyonu yazımın başlığından daha iyi özetleyen bir cümle bulamadım. Üç yüz polisin havadan fotoğraf ve görüntü alma özelliği olan “hava ceylanı” adlı aygıtın desteğiyle yaptığı operasyon sözcüğün tam anlamıyla fiyasko ile sonuçlandı. İzlemekten vazgeçtim, gazetelerden okurken bile içimizi hoplatan, aksiyon filmlerini aratmayan sahneler devlet içindeki kimi güçlerin, “ben yaptım oldu” gayretkeşliğinden ibaretmiş meğer… Yeni bir “Pardon” filmi çekiliyormuş da haberimiz yokmuş ya da… Tüm kamuoyu gibi ben de şaşkınım. Herkesin birbirine beş bilinmeyenli denklem gibi yönelttiği soru benim de dilimde dolaşıyor kaç gündür: Bu adamlar suçsuzsa, koparılan bunca fırtınanın anlamı ne? Sonuçlara bakıp, devletin “akla ziyan işgüzarlığı” deyip geçmek mümkün mü gerçekten?
Kim nasıl yorumlarsa yorumlasın, bana sorarsanız geçen hafta yaşanan, “üç adımda devlet aşındırma” dersinin uygulamalı bölümüydü. Halkın Sesi gazetesinin operasyon sırasında attığı “The End” başlığı ne kadar doğruydu bilmiyorum ama Mustafa Özdemir’in sonrasında kullandığı “Devlet The End” başlığı olan biteni çok doğru özetliyordu bence. Hedefindeki Demirlere ne zarar verdiğini bilemem ama otoritesini, inandırıcılığını yitiren devletin derin yaralar aldığını söylemek için kâhin olmak gerekmiyor… Operasyon sırasında orantısız güç kullanmaktan, özel hayata müdahaleye; konut dokunulmazlığından, yetki aşımına kadar pek çok insan hakkı ihlali yapan devlet, kentimizde, korkunun gerçek adıdır artık. Ortalama vatandaşın, sıradan bir işi için bile karakola giderken tedirgin olacağı kesindir.
MESAJI NASIL OKUYACAĞIZ? Şurası kesin ki, birileri, devletin gücünü kullanarak bir yerlere göndermeler yapıyor. Farklı okumalara açık bu gönderiyi, dilerseniz, “devlet ‘kontrolsüz güç’ haline dönüştüğünü düşündüğü Demirlere, ‘Ben buradayım. Kimse benden büyük değil’ mesajı verdi” şeklinde yorumlayabilirsiniz. Kamuoyuna, “Kimse benim karşımda dokunulmaz değil. Yığarım gücümü, kim, nerede, hangi saatte olursa olsun, gider yaka paça alır, içeri tıkarım. Kahhar gücüm karşısında herkes ayağını denk alsın” dediğini düşünebilirsiniz rahatlıkla. Daha da ileri gidip, etrafta olan biten her şeyden devletin haberdar olduğunu, kimi şeyleri görmezden gelse bile bir kenara mutlaka not ettiğini ve günü geldiğindeyse hesabını bir şekilde soracağını düşünerek, huzur duyabilirsiniz hatta…
Karşı cepheye geçip, “bir aklama operasyonu” yapıldığını söyleyebilirsiniz ya da… Kamuoyuna “Daha ne yapalım, aylarca yaptığımız teknik takibin ardından havadan izleme araçları getirdik, üç yüz polisi kapılarının önüne yığdık. Bütün işyerlerini, çalışanların hatta selam veren herkesin evini didik didik aradık. Bilgisayarlarına, cep telefonlarına el koyduk, gizli kasalarına girdik. Gördünüz işte ne yaptıysak sonuç elde edemedik.” mesajı verilirken, Demirlere de, “Önünü açtık iyice, meydan tümüyle sizin artık” dendiğini düşünerek huzursuz olabilirsiniz. Toplumun gazının alındığını, kentteki yapılanmadan rahatsız olan muhaliflerin sesinin iyice kısılacağını düşünerek endişeyle dolabilir içiniz... Bu yoruma göre, önümüzdeki süreçte hukuksuzluklar daha da artacaktır çünkü…
BAŞKA BİR ZONGULDAK MI? Gönderileri nasıl okursanız okuyun başka bir Zonguldak kurgusu ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz rahatlıkla… Öyle de olsa, böyle de olsa bu kent, bir halden bir başka hale evriliyor. Ülkedeki dev enerji şirketlerinin daha etkin, ithal kömüre dayalı enerji üretiminin kömür üretiminden çok daha öncelikli olacağı bir Zonguldak fikri, devlete egemen oldu sonunda. Atılan bu kurgunun adımları bence… Buna dair pek çok karine de var aslında. Malum, kamuoyunun onca baskısına karşın TTK’nin işçi açığı giderilmiyor, üretim en dip noktaya ulaştı bu yüzden. Yasal kıskaca alınan rödevanslı sahalar ise fiilen çalışamaz durumda şu sıralarda. Özelleştirmenin peygamber buyruğu sayıldığı bu dönemde, kent siyasetindeki hâkimiyetlerine karşın rödevansçıların yasal sorunları bir türlü çözülmezken Kandilli’den Amasra’ya kadar sahil şeridinin neredeyse her metrekaresine santral projesi yapılıyor. Santral projelerinin tamamının ithal kömüre dayalı olması, senaryoyu daha da anlamlı kılıyor…
Toplumsal hayat, matematik kesinlikle sürmüyor. İki kere ikinin dört etmesi için epey aşamalardan geçmesi gerekiyor bazen. İniliyor, çıkılıyor, duraksanıyor, çomak sokanlar, engellemeye çalışanlar, takoz koyanlar oluyor, hatta yer yer geri dönüşler oluyor. Muktedir de olsanız, zamanın ruhu ile başa çıkamadığınız vakitler oluyor. Kendi belirlediğiniz politikaları, kendi adamlarınızla yaşama geçirmeniz mümkün olmuyor her zaman. Buna devletin içinde akıl almaz taktiklerle süren egemenlik savaşı da eklenince kimi şeyleri anlamak hiç mümkün olmuyor. Demirler neden alındı, neden bırakıldı, düğmeye basmak için bunca neden beklendi, polis dün bildiğinden daha fazla neye ulaştı da operasyon kararı aldı, tüm bunlar zaman içinde anlaşılacak belki. Ama şimdiden anlaşılan bir şey var ki, o da devletin derin yaralar aldığı, olayları farklı yorumlayan insanlar arasında inandırıcılığını yitirdiğidir.