Anason kokusunun gecenin kokusuna karıştığı bir masada,
Karşı karşıya geldi şehir ve adam.
Adam şehrin gözlerine baktı,
Paslı ve demir yığını gövdesini süzdü.
Şehirse;
Adamın boğazına kadar uzanan düğmeleriyle sahibinin taktığı kravatına baktı.
Bu gece acınacak hallerine kaldırdılar son kadehlerini,
İkisi de birbirine batmış, ikisi de birbirine düşman.
Anlat dedi şehir adama:
-Neden beni terk ediyorsun?
-Ruhuma bak! Beni getirdiğin şu hale…
Boğazıma kadar anıya battım, gölgem bile bıkmış benden
Gözyaşlarım senin şu denizini kurutmayan tek şey
Kaçıp kurtulmak istiyorum bu sisten…
Derin bir iç çekti şehir, birden içi ürperdi tüm insanların.
-Benim de gerçekleşmeyen mevsimler var içimde;
Yağmayan yağmurlar, doğmayan güneş ve parlamayan yıldızlar.
Ama giden sensin kalan ben.
“Karşındaki senin kadar büyük değil” dedi adam.
Senin güneşin bende hiç doğmadı ve yağmurların beni hiç ıslatmadı,
Ne olur anla beni, ben hiç sende kendim olmadım.
Peki, dedi şehir biraz hüzünlü, biraz kırgın ve bir parça da kızgın:
Hesabını kapatın bu adamın, o hiç bize ait olmadı.