Koyu bir karanlığa bürünmüştü şehir. Kör bir ışıltı bile “ben buradayım” diyemiyordu… Bu karanlığa yırtacak bir hikâyem olmamıştı bugün.
Denizin dalgası, gökyüzünün yıldızı bu gece ele vermiyordu kendini. Her zaman kayaların üstünde sızan sarhoşlar bile bu gece içkiye tövbe etmişler gibi terk etmişlerdi karanlık geceyi.
Her şey elvedanın karanlık gölgesinde saklanıyordu. Kısacık, küçücük bir elveda….
Sesi yok, görüntüsü yok denizin. Kokusunu duyuyorum denizin ve dalganın. Sesi olmayınca dalganın, dilsiz bir lal misali oluveriyor karşımda. Devamlı ben anlatıyorum hikâyemi ona. Usanmadan, bıkmadan… Defalarca…
Kapkaranlık; sessiz, kör ve sağır bir gece.
Karanlık yalan bilmez. Yalan söyleyemez. Şehir ışıklarından bile hoşlanmaz.
Karanlığa değen sıcak esen bir rüzgâr okşuyor yanağımı bu gece. Rüzgârını seyrediyorum karanlık gecenin. Yakamozları arıyorum baktığım yerde. Ama bulamadım. Önce yakamozlar terk etti karanlığı, sonra rüzgar gitti ve sonra da sen….
Dönmelerini bekliyorum karanlığıma. Ve dönecekler biliyorum. Biliyorum her gidişin bir dönüşü var, olmalı.
Sabahları geldi aklıma birden. Yalnız kalkmak yataktan zor zanaat oldu bu aralar. Kolumu attığımda; boşluğa dokunmak ve göz kapaklarımı aralayıp boşluğa “boş boş” bakmak bile zor geliyor.
Miskinleştim bu aralar. Yataktan hemen kalkıp miskin miskin renkli görüntüleri seyretmek bile kaybetmiş albenisini. Özledim varlığını sanırım. Sarılabilmeyi ve yanımda olduğunu bilmeyi özledim.
Yasaklanmış gibi hoyrat ve acı veren bir özlem bu.
Ayrı kalmak içime sıkıntı veriyor bu aralar. Yanımda olmasan da bana ait olduğunu bilmek bile içimdeki sıkıntıyı bir nebze olsa dahi köreltmiyor.
Hüznümü bu gece denizin dalgasına anlatmalıyım. Haykırıyorum o yanımda değil diye. Kendi sesim bile bozamıyor bu sessizliği. Yazmak geçiyor içimden gökyüzüne yalnızlığımı. Karanlık izin vermiyor.
Dalgalar sesleniyor birden; “haykır” diye. Haykır ki dalgalarım iletsin ona yalnızlığını. Avazım çıktığı kadar haykırıyorum. Sonra dinliyorum sesimi. İçimdeki öteki ben “boşuna tüketme nefesini” diyor. Duymaz, duyamaz.
Bir sigara yakıyorum. Birkaç saniye aydınlanıyor gecenin karanlığı. Karanlığını bozdum diye sitem ediyor gece.
Uzaklara, ufuk çizgisine doğru bakıyorum. Küçük de olsa birkaç ışık seçebiliyorum. Yalnız değilim demek geçiyor içimden. Orada, uzakta birileri var benimle aynı yalnızlığı paylaşan. Elbet birileri var paylaşan. Ama gördüğüm ama seçemediğim ışıkların içinde değil. Çok uzaklara bakmadan aynı şehirde yaşayıp da, aynı ışıkların altında paylaşıyor olmak zor gelir bu kahır yalnızlığı.
Derin bir nefes alıyorum sigaramdan son defa. Kulağımda sesin. Gökyüzünün daha karanlık olduğunu görüyorum. Karanlığa karışıp sesini ve aydınlığını bulmak için gözlerimi kapamak geçiyor içimden.
Göz kapaklarımı kapatıyorum. Karanlık diğer bir karanlık ile tanışıyor. İki tanıdık dost gibi…
Tekrar açıyorum göz kapaklarımı; bir ses, bir aydınlık için. Ateş böcekleri bile beni unutmuş bu gece. Sırtımı tekrar yaslıyorum kayalara ve tekrar kapatıyorum gözkapaklarımı… Uyuyorum.
Sesler çoğalıyor, göz kapaklarım açılmadan dışarıda bir ışığın, bir aydınlığın varlığını hissediyorum. Açmalıyım göz kapaklarımı, açıp aydınlık görmek istiyorum.
Sabah olmuş. Uyuyakalmışım kaya tepelerinde. Aklıma bir şey geliyor, seviniyorum. Tanıyorum bu sesleri ve aydınlığı. Anlıyorum. Sevincim çoğalıyor. Güler yüzle bakınıyorum etrafıma.. derin bir “ohh” çekiyorum. Bir gece daha azaldı yalnızlığım diye.