Eskiden bizim de hayallerimiz vardı diğer çocuklar gibi…
Taş duvarlı bahçenin altında kurardık bu hayalleri mahallenin diğer çocukları ile birlikte. Doktor olmak isterdi birisi, pilot olmak, itfaiyeci olmak.
Bahçe duvarını aştığımızda; düşman kalesini fethetmiş Osmanlı yeniçerisi olurduk hep beraber. Gizice tırmanırdık bahçe sahibinin erik ağacına. En yüksek dalda gözetleyicimiz olurdu, düşmanımız olan bahçe sahibini gözetlerdi. Düşmanın silueti yeşillikler arasında göründüğünde; yenilmiş orduların acemi erleri gibi kaçardık. Arakladığımız erikleri yerdik gizlice çete evinde. Gangster olurduk hep beraber. İyi gangsterdik o zamanlarda... Sonradan kötü olduk. Hastalanırdık çıkamazdık taş parkeli sokaklarımıza. Üzülürdük gelemeyenlerin ardından. Annelerine kızardık yollamadığı için arkadaşlarımızı.
Büyürdük kendimizin farkında olmadan... Hayallerimiz birer birer büyürdü.
Kimi mühendis olacağım derdi, diğerleri büyümüş hayallerine küsmüş gibi hala itfaiyeci olmak isterdi. Gizlice inşaatlara girerdik kapısındaki “inşaata girmek tehlikeli ve yasaktır” yazısına aldırmadan. Elektrik tesisatlarının yapılacağı boruları çalardık külahçılık oynamak için. Ben ve diğerleri iki tane alırdık çift namlulu yapabilmek için. Akşam olurdu, evlerimize dağılırdık aklımız hala dışarıdayken. İsyan edenler olurdu aramızda. Onları da anneleri almaya gelirdi. Çaldığımız borularla dayak yerdik annelerimizden.
Ders çalış diye odaya kapatırlardı bizi. Beklerdik bütün haylazlıklarımızla televizyonun karşısındaki yerlerini alsınlar diye. Ders çalışmadan; o gün çaldığımız boruları tamire başlardık. Yarınki savaş için külahlarımı hazırlardım. Uykum gelirdi direnirdim bütün çocukluğumla. Fazlasıyla bastırırdı uykumuz. İnatla külahları yapıştırmaya çalışırdım yatağın içinde. Ne zaman uyuduğumu anlamadan, elimde külahlarımla uyurdum ve sabah annemin siyah önlüğümü giydirmeye çalışırken bulurdum kendimi. Sabahları okula kendimizden daha büyük çantaları taşıyarak giderdik. Küçük aklımızda, bugünkü külah savaşını kimin kazanacağını vardı.
Günler geçerdi. Elektrik borularını çaldığımız inşaatlarımıza taşınanlar olurdu. Sevmezdik bizim inşaatlarımıza taşınanları.
Biraz daha büyürdük apartmanların gölgesinde. Taş parkeli sokağımızda lider arardık kendimize. Ben hep lider olurdum, ben olmayınca oyunlar başlamazdı. Kızlar katılırdı oyunlarımıza, lidere âşık olurdu kızlar. Ama biz hep beraber âşık olurduk kızlara; hep beraber, amaç gütmeden ve çocukça…
Her şeyi öğrenirdik bilmeden…
Ben iyi adam olmak isterdim, onlar hala gangster. Beni yakalamaya çalışırlardı. Yakaladıklarında birden kurşuna dizmek kararına varırlardı. Ölmezdim, öldüremezlerdi iyi adamı, usulca, sinsice kaçardım. Kötü adamlar diğer mahallenin çocukları olurdu. Ama gangsterler kötü adamları öldürmezlerdi. Çünkü hep iyi adamlar ölürdü.
Kavgalarımız hep çocukça olurdu ama hep dayak yiyen biz olurduk annelerimizden. Mahallemizi kurtarırdık kötü adamlardan çoğu zaman. Mahallemizdeki büyük iyi ağabeylere özenirdik her zaman. Savaşlarımızı iyi adamlara kazandırıp, sonra kurşuna dizerdik iyi adamları. Savaşlarımızda hep iyi adamları öldürmeye gücümüz yetiyordu.
Göçenler de olurdu mahallemizden. Peşlerinden ağıtlar yakmayı bilemezdik, üzülürdük. İyi gangster azalırdı yavaş yavaş. Asker olmaya karar verdiğimizde, rehin alırdık mahallemize yeni taşınan çocukları. Kaçamazlardı korkularından. Bilmezlerdi, bizim mahalledeki iyi adamlardan olduklarını. Kızlarımızın oyunlarını bozardık “hâkimiyetin kayıtsız şartsız” bizim olduğunu bilerek. Sadece kız-erkek birlikte oynamak istedik, fakat oyunlarımızı bile yasaklar üzerine kurarak öğrendik.
Gizlice büyümeye devam ederdik mahallemizde…
Ben iyi adam olmak isterdim, diğerleri hala doktor. Kızarlardı, iyi adam diye meslek yok diye. Bilirdim olmadığını ama isterdim. Top oynardık yeni yapılan kocaman kocaman apartmanlar arasına sıkışıp kalmış boş arazilerde. Sahamız olurdu bizim de. Deplasmana giderdik başka mahallelere, deplasmana çağırırdık onları bizim sahamıza. Golcümüzü, kalecimizi annesi yollamazdı terliyor bahanesiyle. Farklı yenilirdik bu yüzden ama kızmazdık onlara gelmediler diye. Ağabeylerimize karşı yenilmeye başladık kendi içimizde. Topumuzu alır, oyunlarımızı bozarlardı. Karşı koyduğumuzda dayak yerdik, ağlardık. İçimizdeki hırsları kamçılamayı öğrenmeye çalıştıkça, her kamçımız kendi canımızı yakar oldu. Kavgaları öğrendik dostluklarımızın içinde. Kendi kanımızı tadardık karşımızdakinin kanayan suratına bakarak.
Büyürdük birbirimizin gerçek yüzünü göremeden…
Aşklar başlardı ciddiyet masalarında. Kararlar verilirdi, iyi gangsterlere sormadan. Gerçek olan, oyun olmayan çıkar savaşları başlardı aramızda; iyi olan her zaman kaybederdi. Büyürken öğrendik iyi gangsterlerin birbirlerini nasıl sattıklarını ve kötülerin nasıl kazandığını böylece öğrenir olduk.
Baba olmak isterdik, kızlar hep anne olmak istedi. Nasıl olduğunu bilmeden oynadığımız bir oyundu. Oyunun sonunda hiç birimizin anlayamadığı bebeklerin sahibi oldular. Sonradan anladık Anne-Baba-Çocuk üçlemesini. İşte bu yüzden başlattık küçük kurnaz düşüncelerimizle evcilik oyunlarını. Sonraları sevişmeleri öğrendik kimselere sormadan. Sevdiğimiz kızlar oldu bizim de. Gördükçe elimiz ayağımız titredi. Evcilikten gerçeğe adım atıp evlenmek istedik kızlarla. Daha çocukken başladık beraberlikleri aldatarak - yaşamadan sonlandırmaya. Şaşkın bakışlarımız altında başka birini sevip ayrılmanın ne olduğunu yaşamadan ayrılırdık.
Gizli sevişmelerimizi yaşardık gizli-kuytu köşelerde. Gizlice korkardık anlatmaya. Elini tutabilmek sevdasıydı bu sadece. Geceleri hayaline dalıp, ona belli etmeden, gizlice sevdalanmak çocukça güzeldi. “Beni seviyor musun?” diye sorardık kendi sevgimizden emin olmadan. Emin olduğumuzda; soracak kimseleri bulamazdık yaşantımızda. Paylaşmazdık artık diğerleri ile… Sorarlardı bizlere ne olmak istersiniz diye? Ben iyi adam olmak isterdim, onlar bu kez baba olmak.
Büyürdü hüzünlerimiz bizlerle birlikte…
İlk taş parke sokaklarımızdan kopardılar bizleri. Taş parke sokakların üzerine hizmet diye asfaltları döktüler. Her asfalt döküldüğünde taş parkeli sokaklara; yaşanmışların izleri birer birer kapatıldı. Kocaman apartmanların arasına sıkışıp kalan boş arsalar üzerinde top oynayamadık bir daha. Dozerler, iş makineleri ve bol bol zengin adam gördük. Büyük koyu renkli arabaları olan insanlar bulduk arsalarımızın üzerinde. Biz sadece iyi ve kötü insanı biliyorduk. Sonunda zengin insanı da görerek öğrenmiş olduk çocukça. Mahallemizde her şey çoktan değişmişti. Bu kez ben büyümüş, hayallerime küsmüş gibi iyi adam olmak istiyordum, diğerleri zengin adam olmak istiyordu.
Büyüdükçe anlaşılır diye beklenir. Ama biz, kaybetmenin ne anlama geldiğini anlamadık ki hiçbir zaman. Islıkla şarkı çalmak bile çocukça geliyordu artık. Annelerimizin dayaklarının altındaki heyecanımız bile kalmadı, yediğimiz dayakların bile keyfi kaçtı. Asfalt sokaklar, asfaltlara düşen kocaman apartmanların kocaman gölgeleri, mahallemize taşınan zengin babalı çocuklar vardı artık. Yitirdik çocukça yutkunmayı, yitirdik korkuları ve çok geç anladık iyi-kötü ve zenginden ibaret değil dünya.
Artık sevişmelerimiz bile gerçeğe dönüştü. Artık sahte sevgileri bile yaşamaya başladık. Gerçek-sahte ayrımı ancak asfaltın altındaki taş parke sokaklar kadar gerçek oldu bizler için.
Taş bahçe duvarının ardındaki erik ağacına tekrar tırmanmayı denemeden yaşamdan vazgeçenler olmuştu aramızdan. Çocukluğumuzda evlenelim dediğimiz kızlar anne olmuştu bile. Bir ailesi vardı kızlarımızın, artık evlenelim demeyen kocaları vardı. Ve hala kötü adamlara teslim olmuş iyi kadınlarımız vardı içimizde bilmediğimiz.
Ben hala inatla iyi adam olmak istiyordum. İyi mi? Yoksa iyi bir adam mı olmak isteğiydi benimkisi. Daha nice sahtekârlıklar yaşamak gerekliydi, daha nice sahte yaşamlar görmek, nice sahte sıfatlar tanımak gerekliydi ve nice karşılıksız sevişmeler yaşamak lazımdı sanırım iyi adam olabilmek için.
Aylar ve yıllar çoktan birikti arkamızda…
Ben iyi adam olmak istiyordum hala, onlar bir şeyler olmuştu bile!..