Güder: Sömürgeleşmemek için milli yazılımlardan başka reçetemiz yok!
Bilgisayar Yüksek Mühendisi Gazi Güder, Deniz Harp Okulu’nu bitirdikten sonra Amerika Birleşik Devletleri’nde yüksek lisans eğitimi aldı. Burada kendisine kalması yönünde yapılan teklifleri ve sunulan olanakları, ülkesine hizmet etmek için reddeden ve yurda dönen Güder, uzun yıllar Deniz Kuvvetleri bünyesinde görev yaptı. Bu sırada ilk bilgisayar kontrollü savaş gemimizin TCG Tayfun’un yapımında görev aldı. İngiltere’den gelen uzmanların çözmeyi başaramadığı Elektronik Savaş Sistemleri’nin arızasını çözdü ve bu başarısı özel bir takdirname ile ödüllendirildi. Deniz Kuvvetlerimiz için seyir, hidrografi ve oşinografi bilgi işlem sistemlerini kuran Güder, telefon santraliyle bilgisayarı birbirine bağlayan da ilk kişi oldu.
Deniz Kuvvetleri’nden yüzbaşı rütbesiyle ayrılmasının ardından yazılım alanındaki çalışmalarını sürdüren Gazi Güder, kurduğu bilişim şirketiyle banka, üniversite ve şirketler için hazırlanan pek çok yazılım ve yönetim sistemi projesini geliştirdi. Alanında kaynak niteliğinde olan Bilgi İşlem Terimleri Sözlüğü kitabını da yazan Güder, bugün ülkemizde hızla bir “yazılım seferberliği” başlatılması gerektiğini ifade ediyor. Ulusal bağımsızlığımızı ve kalkınmamızı sağlayabilmenin, “ulusal yazılımlara sahip olmak”tan başka yolu olmadığını dile getiren Güder ile siber saldırıları, ülkemizin teknoloji ithalatını ve bilişim alanında nasıl “üretir” hale gelebileceğimizi konuştuk…
. Uzun yıllar Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda görev yapmanız ve ayrılmanızın ardından, neden özellikle yazılım geliştirme alanına yoğunlaştınız? 1976 – 1977 yıllarında ABD’de yüksek lisans eğitimimi yaparken aldığım bir ödevle ilgili çalışma yaptığımda, belirli bir müddet sonra yazılımın diğerlerinden çok daha ön sıralara geçeceği, daha fazla değerleneceği görüşü belirginleşmişti. Yurduma döndükten sonra da çalışmalarımı hep bu doğrultuda, bu rotada gerçekleştirdim.
. Geçtiğimiz Aralık ayında ülkemize yönelik ciddi bir siber saldırı yaşandı ve “bugüne dek yaşanan en büyük ve en kapsamlı saldırı” olarak nitelendirildi. Genel görüş, Rusya uçağının düşürülmesinin ardından gerilen ilişkiler nedeniyle, saldırıların Rusya kaynaklı olduğu idi. Devletler arasındaki politik savaşların, askeri savaşlardan daha çok, siber savaşlara dönüşeceği bir geleceğe doğru mu gidiyoruz? Bugün sorudaki ülke olur, yarın başka ülke olur. Hangi ülkenin bize saldırdığı değil, siber konular ya da yazılım açısından bizim önce savunma anlamında neler yapabildiklerimiz, yaptıklarımız, devamında ise nasıl karşı atak yaptığımızdır. Yalnızca savunma yaparsak, ulu önder Atatürk’ün dediği gibi “En büyük başarı yerinde saymak olur.” Şimdiye kadar siber savaş ve diğer konularda (yazılım vb.) onca kocaman kurumlarımız (devlet kurumları, üniversiteler, büyük şirketler) neler yaptılar? Özeleştiri yapmakta büyük yarar var. Yıllardır ne yazık ki bu ülkede yaşandığı biçimde “birilerinin cebi dolsun, dışalım yapılsın, bir şey üretilmesin” stratejileri ya da taktikleri, ne yapıp ne edip artık sonlandırılmalıdır.
Son bir iki yılda hasarlanan devlet kurumlarımızı da dikkate alırsak ne kadar riskli bir durumda olduğumuzu anlayabiliriz. Bir başka anlatımla, ne acıdır ki; bunların hiçbirine hazırlıklı değiliz. En az 10 yıldır (Ergenekon zindanındaki 18 ay hariç) kendi çapımda bu konuları anlatmaya, yazmaya çalışıyorum. Bugünler için ne yaptık? Kocaman bir hiç. Şimdi ağlasak, bahane bulsak ne olur?
Saldırılar, virüsler nereden geliyor? Yabancılardan. Saldırıları engelleyici, hasarları onarıcı yazılımve donanım nereden geliyor? Yabancılardan. Konuyla ilgili danışmanlık ve teknoloji kimden alınıyor? Yabancılardan. Türkiye’de virüs üreten yazılımcılar var mı? Evet var! Yabancılardan aldıkları para karşılığında bu işi yaparlar. Virüsleri geliştirir para karşılığı yabancılara satarlar. Virüsleri geliştirir para karşılığı yabancılara satarlar. Yabancılar da bunları önce yayarlar, yaydırırlar, etrafı korkuturlar. Sonra da engelleyici yazılımları bize satarlar...
Soruya dönersek; siber savaşlar çoktan başladı bile. İki yönlü bir savaş bu. Biri güncel yaşadıklarımız. İkincisi, ekonomik olarak bizden söke söke aldıkları.
Peki ne yapmalıydık? Yapılacak tek şey var. O da “ulusal yazilim geliştirmek.” Eğer ulusal yazılımlarınız yoksa “bağımsızlığınız” da kesin olarak yok demektir. Avrupalılar bu konuda ne yapıyorlar? Ne yaptılar? Kısaca, ABD’li yazılım firmalarının kuyruğuna takılmadan bir çok şeyi kendi kontrolleri altında olacak biçimde kullanır hale geldiler. Diğer yandan bunları dünyaya da satıyorlar. Bizim bu anlamda hiçbir yazılımımız ne yazık ki yok. Yapabilir miydik? Evet yapabilirdik. Hem de fazlasıyla. Ama birleştirici, koordine edici, yönlendirici, görevlendirici bir makam olmayınca sonuç alınamadı. Acil harekete geçmezsek yarın daha da fazla dizlerimizi döveceğimiz kesindir. Saldırılardan etkilenen her yer kaybedilmiş bir kaledir.
. Daha önce, bazı politik kararlara ve Gezi Hareketi gibi toplumsal olaylara yönelik olarak, bazı hacker grupların da siber saldırıları yaşandı. Devlet siber güvenlik alanında yeterince önlem alıyor mu? Söylenenlerin bir kısmı doğru, bir kısmı da şehir efsanesi. Türkiye’de de çok sayıda hekır (hacker) var. Elbette bir şeyler yapabilirler. Hatta bunlara antrenman vericiler de denebilir. Birçok kurumda “beyaz hekır” dediğimiz türden çalışanlar vardır. Sorunun tam yanıtı: “Alınacak her tedbir, ciddi büyük paralara malolacaktır.”
Sistemlerin bu tür saldırılara karşı durumlarını sınamak ve gerekli önlemlerin neler olduğunu ya da neler yapılması gerektiğini belirlemekte çalıştırılırlar, kullanılırlar. Diğer yandan, yıllardır bu konu üzerinde çalışan çok sayıda yabancı yazılım ve donanım şirketleri vardır. Bunların ürünlerini satabilmesi için bir yerlere saldırılarak yaparak ya da yaptırarak güvenlik gereksinimi yaratmaları gerektiği de gözardı edilmemelidir.
Nato kanalıyla ülkemizde de siber savaşlar konusunda bir takım çalışmalar yapıldığı biliniyor. Talimatlar, yönetmelikler, süreç tanımları vb. şeylerin hazırlandığı da medyadan biliniyor. Peki, gerisi? Her zaman ki gibi tozlu raflarda duran bir yığın şey... Kişisel düşüncem; bir takım çalışmaların göstermelik de olsa yapıldığı ancak planlı, programlı ve sistematik bir uygulamanın olmadığı yönündedir.
Yıllar önce biz gerekli çalışmaları yapmaya başlayıp, ulusal yazılımlarımızı geliştirmeye başlasaydık, bunu da ülkemiz çapında sistematik biçimde, planlı, programlı bir şekilde uygulamış ya da yapmış olsaydık, bugünleri yaşamak olasılığının çok düşük olacağını düşünüyorum. Çoğu zaman olduğu gibi “İstim arkadan gelsin!” mantalitesinde devam edersek, daha çok şeyler kaybedeceğimizden endişe duyarım.
Siber saldırılara karşı ülke çapında almaya çalışacağımız önlemler için gerekli olan, donanım, yazılım, kurulum, eğitim, danışmanlık vb. hizmetlerin alımı için ödenecek bedeller çok ama çok ağır olacaktır. Sözün özü biz ulusal yazılımları geliştirmediğimiz için yabancılara büyük bedeller ödemek zorundayız. Alınacak ya da alınması önerilen mal ve hizmetler için birileri çoktan ellerini ovuşturmaya başlamışlardır nasılsa...
. Devletin bir “bilişim ve teknoloji” politikası var mı ve bunu “teknoloji üretmek” bakımından yeterli buluyor musunuz? Kısaca yanıt verirsem, hiçbir dönemde herhangi bir makamın yazılımı destekleyelim, geliştirmeyi arttıralım ve benzeri ne bir master planı, ne bir kararlılığı, ne de elle tutulur yatırımı olmadı. Bazı kurumlarımız tarafından “mış gibi” oyunu oynandı. “Yazılım Geliştirme” acilen “stratejik sektör” olarak belirlenmeli ve diğer önlemlerle birlikte organize olmuş olarak, kaybedilen zaman kapatılmaya çalışılmalıdır (ne kadar kapatılabilirse). Ciddi bir teknoloji (ki ben yalnızca kendi alanımda kalarak yazılım diyorum) politikası olabilseydi, şimdi çok farklı noktalarda olabilirdik.
. Teknolojik alanda, gerek donanımsal gerekse de yazılım bakımından ülkemizin üretiminin yeterli bir noktada olmaması neden kaynaklanıyor? Donanım da önemli ancak yazılım daha da önemli. Donanım bir yazılımla çalıştırılabilirken, o yazılım çok sayıda farklı donanımlarda çalışıyor olabilir. Bir kere yazılımın “ülkemizde en az yatırımla en çok istihdam yaratabileceğimiz” bir sektör olduğunu artık görmeliyiz. Konuyla ilgili kurumların birçoğu birbiriyle koordineli değil. Dolayısıyla da hızlı ve büyük çaplı üretim söz konusu bile değil.
. Teknoloji ithal etmek, bir ülke için nasıl sakıncalara ve tehlikelere neden olur? En tehlikeli işlerin başında geliyor. Özellikle yazılım aracılığıyla -ki artık her yerde o var- bir yerde esir alınıyoruz. Doğrudan yabancılara bağımlı kalıyoruz. Daha da ileri gidersek bağımsızlık diye bir şeyden bahsedemeyiz. Bugün yaşananlar da budur. Ne isterlerse vermek zorundayız. O ya da bu nedenle her yıl değişik yöntem ve uygulamalarla, değişik miktarlarda paraları alırlar. Çünkü hemen her tarafı ele geçirmiş durumdalar. Biz vaktinde gerekenleri yapmayınca, yapamayınca nal toplar olduk. Bir “bulut” dediler; kendi isteğimizle, üstüne para ödeyerek üstüne her sene ek ödemeler yaparak firmalarımızın, kurumlarımızın bilgilerini yabancılara verdik, veriyoruz. Özetle; istedikleri anda şalteri indirip dükkanı kapatırlar ve çaresiz kalır, yerimize otururuz.
. Ülkemizin bilişim, yazılım, sistem ve donanım geliştirme alanlarında önde gelen ülkelerle yarışır durumda olabilmesi için neler yapılması gerekiyor? Yapılması gerekli çok ama çok fazla şey var. Ancak şunları söyleyebilirim ki, yazılım geliştirme konusunda seferberlik ilan etmişcesine çalışma yapmamız lazım. Acilen “stratejik sektör” ilan edilmelidir. Bu konuyla ilgili devletin ve halkın işbirliği içinde, uyumlu, huzurlu, hızlı yürüyen yeni bir yapılanmayı gerçekleştirmesi gerekir. Tüm yazılım geliştirme faaliyetlerini planlayacak, koordine edecek vb. işlemleri yürütecek yeni bir kurum oluşturmalıdır. Örneğin, “Yazılım Geliştirme Üst Kurulu.” Kurumun yönetimi devlette değil, bu konuya ömrünü harcamış insanlarına verilmelidir. Devletin ilgili kişi ya da makamları finansmanın sağlanması, devlet kurumlarıyla koordinasyon ve faaliyetlerin denetimi vb. işlevleri yerine getirilmelidir. Gerisine karışmamalıdır.
Yabancıların yaptıkları (daha biz böyle bir şey yapmadık) araştırmalarda yazılım geliştirme konusunda en uygun ve en verimli olabilecek kişilerin Türk gençleri olduğunu yıllar önce belirlemişlerdir. O nedenle, İngilizce eğitim (ne acı verici bir durum) görmüş, pırıl pırıl çocuklarımız, gençlerimiz ülkelerinde kalmazlar. Çünkü yabancı ülkeler dünden kapılarını açmış bekliyorlardır. Yazılım geliştirme konusunda “emperyal düşünmek” bir başka anlatımla dünyaya satılabilecek yazılımlar geliştirmemiz gereklidir. Bu yapılabilir mi? Evet yapılabilir. Tek şeye ihtiyacımız var; çalışmak.
Hemen herkes gugıl, suratkitabı, cıvıltıcı vb. düzenlere gıptayla bakıyor. Şunu da düşünmemiz gerekmiyor mu? Peki, diğer devletler Almanya, İsrail, Romanya, İspanya özellikle Finlandiya vb. ne yapıyorlar? Sonra da dönüp “Biz ne yaptık?” vb. soruları sormamız gerekir. Ben Almanya örneğini alacağım. Ürettikleri bir yazılımı yaklaşık 1.000.000 USD karşılığı ortalama fiyatla satıyorlar. Lüten internet sitelerine (www.sap.com) bir bakın, ne kadarlık yazılım satmışlar. Dudaklarınızın uçuklayacağını garanti ederim. Sonra da bu başarının onda birini gerçekleştirdiğimizi hayal edin lütfen. Canım yurdumda kimbilir ne güzel şeyler olurdu. Finlandiya örneği ise başlıbaşına bir ders niteliğindedir. Bin deneme yapıp birinde başarsak; yeter de artar bile.
Üniversitelerin özellikle de plansız, koordinesiz, yalnızca kendilerine biraz girdi sağlamak amacıyla ilgilendikleri teknoparklar dışında ülkenin geleceğine katkıda bulunacak çalışmalar yaptıklarını da düşünmüyorum. Ya da kısaca; koordinasyon olmaması nedeniyle son derece verimsizler de denebilir. Tüm dünyada üniversiteler teknoloji geliştirme merkezleri durumundadırlar. Devlet bir projeyi 4-5 üniversiteyi verir. Birisinden birisi başarır nasıl olsa diye. Yüzlerce proje olduğunu, olabileceğini düşünürsek üniversiteler cesaretle bunlar üzerinde yoğunlaşmalıdırlar.
. Türkiye’de bilişim sektöründeki şirketler hangi sorunlarla, sıkıntılarla mücadele ediyorlar? Ve neden ülkemizden global bilişim şirketleri çıkmıyor? Bilişim sektörü geniş kapsamlı bir kavram. Yazılım denilince de özellikle ve öncelikle “yazılım geliştirme” esas alınmalıdır. Bu konuda çalışan firmaların çok fazla sorunları var ve ayrıca bir röportaj konusudur. Ancak kısaca özetlersek; yerli firmaların orta ve daha büyük olanlarının en az yüzde 90’lık bir bölümü yabancı yazılım kullanmaktalar. Bir başka anlatımla küresel ekonomi derken kendi insanlarımızın kurduğu ve uğraş verdiği firmaları güçlü bir konuma getiremedik. Neden ya da niçin olduğu, kimin ne yapıp yapmadığı hiç önemli değil. İşin özeti biz elbirliğiyle treni kaçırdık. Yerli firmalardan önde olanları da yabancılar satın aldı. Yerli firmaların büyük çoğunluğu da yabancı firmalara destek vererek bir başka anlatımla fasonculuk yaparak yaşamlarını sürdürüyorlar. Bu durum bizim genlerimize de ters, bize uymaz. Bizim ulusumuzda başkasına kölelik etmek yoktur.
Bağımsız çalışan ve geleceğe yönelik çabalayan firma sayısı azalmış hatta yok düzeyine gelmiş durumdadır. Güçlü yazılım firmalarının olabilmesi için uzunca bir süre desteklenmeleri ve finansal açıdan ayakta tutulmaları gereklidir. Bunlar sağlanamayınca güçlü diyebileceğimiz firmaların ortaya çıkması çok zor olmaktadır. Diğer yandan büyük yazılım firması olabilmenin temel ve olmazsa olmaz kuralı “emperyal düşünmek”tir. Bundan emperyalist olalım anlamı çıkarılmamalıdır. Yazılım geliştirirken “dünyaya satacağım” düşüncesiyle çalışmazsanız, yalnızca üç beş kuruş kazanan bir program yapar yerinize oturursunuz. Medya organlarına çıkıp boy boy resim verip ahkam kesenlerin de yalnızca ülkemize kötülük yaptıklarını düşünüyorum. Bu konularla ilgili elle tutulur, somut bir fikir ileri sürdüklerini ya da proje ortaya koyduklarını görmedim. Eğer “yazılım geliştirme” konusunda bir şeyler yapmak istiyorsak; mutlaka bu işe özel, stratejik sektör olarak ele alıp seferberlik kavramı altında çok ama çok çaba harcamalıyız. Çünkü çok geç kaldık.
Bilgisayar Yüksek Mühendisi Gazi Güder, Deniz Harp Okulu’nu bitirdikten sonra Amerika Birleşik Devletleri’nde yüksek lisans eğitimi aldı. Burada kendisine kalması yönünde yapılan teklifleri ve sunulan olanakları, ülkesine hizmet etmek için reddeden ve yurda dönen Güder, uzun yıllar Deniz Kuvvetleri bünyesinde görev yaptı. Bu sırada ilk bilgisayar kontrollü savaş gemimizin TCG Tayfun’un yapımında görev aldı. İngiltere’den gelen uzmanların çözmeyi başaramadığı Elektronik Savaş Sistemleri’nin arızasını çözdü ve bu başarısı özel bir takdirname ile ödüllendirildi. Deniz Kuvvetlerimiz için seyir, hidrografi ve oşinografi bilgi işlem sistemlerini kuran Güder, telefon santraliyle bilgisayarı birbirine bağlayan da ilk kişi oldu.
Deniz Kuvvetleri’nden yüzbaşı rütbesiyle ayrılmasının ardından yazılım alanındaki çalışmalarını sürdüren Gazi Güder, kurduğu bilişim şirketiyle banka, üniversite ve şirketler için hazırlanan pek çok yazılım ve yönetim sistemi projesini geliştirdi. Alanında kaynak niteliğinde olan Bilgi İşlem Terimleri Sözlüğü kitabını da yazan Güder, bugün ülkemizde hızla bir “yazılım seferberliği” başlatılması gerektiğini ifade ediyor. Ulusal bağımsızlığımızı ve kalkınmamızı sağlayabilmenin, “ulusal yazılımlara sahip olmak”tan başka yolu olmadığını dile getiren Güder ile siber saldırıları, ülkemizin teknoloji ithalatını ve bilişim alanında nasıl “üretir” hale gelebileceğimizi konuştuk…
. Uzun yıllar Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda görev yapmanız ve ayrılmanızın ardından, neden özellikle yazılım geliştirme alanına yoğunlaştınız? 1976 – 1977 yıllarında ABD’de yüksek lisans eğitimimi yaparken aldığım bir ödevle ilgili çalışma yaptığımda, belirli bir müddet sonra yazılımın diğerlerinden çok daha ön sıralara geçeceği, daha fazla değerleneceği görüşü belirginleşmişti. Yurduma döndükten sonra da çalışmalarımı hep bu doğrultuda, bu rotada gerçekleştirdim.
. Geçtiğimiz Aralık ayında ülkemize yönelik ciddi bir siber saldırı yaşandı ve “bugüne dek yaşanan en büyük ve en kapsamlı saldırı” olarak nitelendirildi. Genel görüş, Rusya uçağının düşürülmesinin ardından gerilen ilişkiler nedeniyle, saldırıların Rusya kaynaklı olduğu idi. Devletler arasındaki politik savaşların, askeri savaşlardan daha çok, siber savaşlara dönüşeceği bir geleceğe doğru mu gidiyoruz? Bugün sorudaki ülke olur, yarın başka ülke olur. Hangi ülkenin bize saldırdığı değil, siber konular ya da yazılım açısından bizim önce savunma anlamında neler yapabildiklerimiz, yaptıklarımız, devamında ise nasıl karşı atak yaptığımızdır. Yalnızca savunma yaparsak, ulu önder Atatürk’ün dediği gibi “En büyük başarı yerinde saymak olur.” Şimdiye kadar siber savaş ve diğer konularda (yazılım vb.) onca kocaman kurumlarımız (devlet kurumları, üniversiteler, büyük şirketler) neler yaptılar? Özeleştiri yapmakta büyük yarar var. Yıllardır ne yazık ki bu ülkede yaşandığı biçimde “birilerinin cebi dolsun, dışalım yapılsın, bir şey üretilmesin” stratejileri ya da taktikleri, ne yapıp ne edip artık sonlandırılmalıdır.
Son bir iki yılda hasarlanan devlet kurumlarımızı da dikkate alırsak ne kadar riskli bir durumda olduğumuzu anlayabiliriz. Bir başka anlatımla, ne acıdır ki; bunların hiçbirine hazırlıklı değiliz. En az 10 yıldır (Ergenekon zindanındaki 18 ay hariç) kendi çapımda bu konuları anlatmaya, yazmaya çalışıyorum. Bugünler için ne yaptık? Kocaman bir hiç. Şimdi ağlasak, bahane bulsak ne olur?
Saldırılar, virüsler nereden geliyor? Yabancılardan. Saldırıları engelleyici, hasarları onarıcı yazılımve donanım nereden geliyor? Yabancılardan. Konuyla ilgili danışmanlık ve teknoloji kimden alınıyor? Yabancılardan. Türkiye’de virüs üreten yazılımcılar var mı? Evet var! Yabancılardan aldıkları para karşılığında bu işi yaparlar. Virüsleri geliştirir para karşılığı yabancılara satarlar. Virüsleri geliştirir para karşılığı yabancılara satarlar. Yabancılar da bunları önce yayarlar, yaydırırlar, etrafı korkuturlar. Sonra da engelleyici yazılımları bize satarlar...
Soruya dönersek; siber savaşlar çoktan başladı bile. İki yönlü bir savaş bu. Biri güncel yaşadıklarımız. İkincisi, ekonomik olarak bizden söke söke aldıkları.
Peki ne yapmalıydık? Yapılacak tek şey var. O da “ulusal yazilim geliştirmek.” Eğer ulusal yazılımlarınız yoksa “bağımsızlığınız” da kesin olarak yok demektir. Avrupalılar bu konuda ne yapıyorlar? Ne yaptılar? Kısaca, ABD’li yazılım firmalarının kuyruğuna takılmadan bir çok şeyi kendi kontrolleri altında olacak biçimde kullanır hale geldiler. Diğer yandan bunları dünyaya da satıyorlar. Bizim bu anlamda hiçbir yazılımımız ne yazık ki yok. Yapabilir miydik? Evet yapabilirdik. Hem de fazlasıyla. Ama birleştirici, koordine edici, yönlendirici, görevlendirici bir makam olmayınca sonuç alınamadı. Acil harekete geçmezsek yarın daha da fazla dizlerimizi döveceğimiz kesindir. Saldırılardan etkilenen her yer kaybedilmiş bir kaledir.
. Daha önce, bazı politik kararlara ve Gezi Hareketi gibi toplumsal olaylara yönelik olarak, bazı hacker grupların da siber saldırıları yaşandı. Devlet siber güvenlik alanında yeterince önlem alıyor mu? Söylenenlerin bir kısmı doğru, bir kısmı da şehir efsanesi. Türkiye’de de çok sayıda hekır (hacker) var. Elbette bir şeyler yapabilirler. Hatta bunlara antrenman vericiler de denebilir. Birçok kurumda “beyaz hekır” dediğimiz türden çalışanlar vardır. Sorunun tam yanıtı: “Alınacak her tedbir, ciddi büyük paralara malolacaktır.”
Sistemlerin bu tür saldırılara karşı durumlarını sınamak ve gerekli önlemlerin neler olduğunu ya da neler yapılması gerektiğini belirlemekte çalıştırılırlar, kullanılırlar. Diğer yandan, yıllardır bu konu üzerinde çalışan çok sayıda yabancı yazılım ve donanım şirketleri vardır. Bunların ürünlerini satabilmesi için bir yerlere saldırılarak yaparak ya da yaptırarak güvenlik gereksinimi yaratmaları gerektiği de gözardı edilmemelidir.
Nato kanalıyla ülkemizde de siber savaşlar konusunda bir takım çalışmalar yapıldığı biliniyor. Talimatlar, yönetmelikler, süreç tanımları vb. şeylerin hazırlandığı da medyadan biliniyor. Peki, gerisi? Her zaman ki gibi tozlu raflarda duran bir yığın şey... Kişisel düşüncem; bir takım çalışmaların göstermelik de olsa yapıldığı ancak planlı, programlı ve sistematik bir uygulamanın olmadığı yönündedir.
Yıllar önce biz gerekli çalışmaları yapmaya başlayıp, ulusal yazılımlarımızı geliştirmeye başlasaydık, bunu da ülkemiz çapında sistematik biçimde, planlı, programlı bir şekilde uygulamış ya da yapmış olsaydık, bugünleri yaşamak olasılığının çok düşük olacağını düşünüyorum. Çoğu zaman olduğu gibi “İstim arkadan gelsin!” mantalitesinde devam edersek, daha çok şeyler kaybedeceğimizden endişe duyarım.
Siber saldırılara karşı ülke çapında almaya çalışacağımız önlemler için gerekli olan, donanım, yazılım, kurulum, eğitim, danışmanlık vb. hizmetlerin alımı için ödenecek bedeller çok ama çok ağır olacaktır. Sözün özü biz ulusal yazılımları geliştirmediğimiz için yabancılara büyük bedeller ödemek zorundayız. Alınacak ya da alınması önerilen mal ve hizmetler için birileri çoktan ellerini ovuşturmaya başlamışlardır nasılsa...
. Devletin bir “bilişim ve teknoloji” politikası var mı ve bunu “teknoloji üretmek” bakımından yeterli buluyor musunuz? Kısaca yanıt verirsem, hiçbir dönemde herhangi bir makamın yazılımı destekleyelim, geliştirmeyi arttıralım ve benzeri ne bir master planı, ne bir kararlılığı, ne de elle tutulur yatırımı olmadı. Bazı kurumlarımız tarafından “mış gibi” oyunu oynandı. “Yazılım Geliştirme” acilen “stratejik sektör” olarak belirlenmeli ve diğer önlemlerle birlikte organize olmuş olarak, kaybedilen zaman kapatılmaya çalışılmalıdır (ne kadar kapatılabilirse). Ciddi bir teknoloji (ki ben yalnızca kendi alanımda kalarak yazılım diyorum) politikası olabilseydi, şimdi çok farklı noktalarda olabilirdik.
. Teknolojik alanda, gerek donanımsal gerekse de yazılım bakımından ülkemizin üretiminin yeterli bir noktada olmaması neden kaynaklanıyor? Donanım da önemli ancak yazılım daha da önemli. Donanım bir yazılımla çalıştırılabilirken, o yazılım çok sayıda farklı donanımlarda çalışıyor olabilir. Bir kere yazılımın “ülkemizde en az yatırımla en çok istihdam yaratabileceğimiz” bir sektör olduğunu artık görmeliyiz. Konuyla ilgili kurumların birçoğu birbiriyle koordineli değil. Dolayısıyla da hızlı ve büyük çaplı üretim söz konusu bile değil.
. Teknoloji ithal etmek, bir ülke için nasıl sakıncalara ve tehlikelere neden olur? En tehlikeli işlerin başında geliyor. Özellikle yazılım aracılığıyla -ki artık her yerde o var- bir yerde esir alınıyoruz. Doğrudan yabancılara bağımlı kalıyoruz. Daha da ileri gidersek bağımsızlık diye bir şeyden bahsedemeyiz. Bugün yaşananlar da budur. Ne isterlerse vermek zorundayız. O ya da bu nedenle her yıl değişik yöntem ve uygulamalarla, değişik miktarlarda paraları alırlar. Çünkü hemen her tarafı ele geçirmiş durumdalar. Biz vaktinde gerekenleri yapmayınca, yapamayınca nal toplar olduk. Bir “bulut” dediler; kendi isteğimizle, üstüne para ödeyerek üstüne her sene ek ödemeler yaparak firmalarımızın, kurumlarımızın bilgilerini yabancılara verdik, veriyoruz. Özetle; istedikleri anda şalteri indirip dükkanı kapatırlar ve çaresiz kalır, yerimize otururuz.
. Ülkemizin bilişim, yazılım, sistem ve donanım geliştirme alanlarında önde gelen ülkelerle yarışır durumda olabilmesi için neler yapılması gerekiyor? Yapılması gerekli çok ama çok fazla şey var. Ancak şunları söyleyebilirim ki, yazılım geliştirme konusunda seferberlik ilan etmişcesine çalışma yapmamız lazım. Acilen “stratejik sektör” ilan edilmelidir. Bu konuyla ilgili devletin ve halkın işbirliği içinde, uyumlu, huzurlu, hızlı yürüyen yeni bir yapılanmayı gerçekleştirmesi gerekir. Tüm yazılım geliştirme faaliyetlerini planlayacak, koordine edecek vb. işlemleri yürütecek yeni bir kurum oluşturmalıdır. Örneğin, “Yazılım Geliştirme Üst Kurulu.” Kurumun yönetimi devlette değil, bu konuya ömrünü harcamış insanlarına verilmelidir. Devletin ilgili kişi ya da makamları finansmanın sağlanması, devlet kurumlarıyla koordinasyon ve faaliyetlerin denetimi vb. işlevleri yerine getirilmelidir. Gerisine karışmamalıdır.
Yabancıların yaptıkları (daha biz böyle bir şey yapmadık) araştırmalarda yazılım geliştirme konusunda en uygun ve en verimli olabilecek kişilerin Türk gençleri olduğunu yıllar önce belirlemişlerdir. O nedenle, İngilizce eğitim (ne acı verici bir durum) görmüş, pırıl pırıl çocuklarımız, gençlerimiz ülkelerinde kalmazlar. Çünkü yabancı ülkeler dünden kapılarını açmış bekliyorlardır. Yazılım geliştirme konusunda “emperyal düşünmek” bir başka anlatımla dünyaya satılabilecek yazılımlar geliştirmemiz gereklidir. Bu yapılabilir mi? Evet yapılabilir. Tek şeye ihtiyacımız var; çalışmak.
Hemen herkes gugıl, suratkitabı, cıvıltıcı vb. düzenlere gıptayla bakıyor. Şunu da düşünmemiz gerekmiyor mu? Peki, diğer devletler Almanya, İsrail, Romanya, İspanya özellikle Finlandiya vb. ne yapıyorlar? Sonra da dönüp “Biz ne yaptık?” vb. soruları sormamız gerekir. Ben Almanya örneğini alacağım. Ürettikleri bir yazılımı yaklaşık 1.000.000 USD karşılığı ortalama fiyatla satıyorlar. Lüten internet sitelerine (www.sap.com) bir bakın, ne kadarlık yazılım satmışlar. Dudaklarınızın uçuklayacağını garanti ederim. Sonra da bu başarının onda birini gerçekleştirdiğimizi hayal edin lütfen. Canım yurdumda kimbilir ne güzel şeyler olurdu. Finlandiya örneği ise başlıbaşına bir ders niteliğindedir. Bin deneme yapıp birinde başarsak; yeter de artar bile.
Üniversitelerin özellikle de plansız, koordinesiz, yalnızca kendilerine biraz girdi sağlamak amacıyla ilgilendikleri teknoparklar dışında ülkenin geleceğine katkıda bulunacak çalışmalar yaptıklarını da düşünmüyorum. Ya da kısaca; koordinasyon olmaması nedeniyle son derece verimsizler de denebilir. Tüm dünyada üniversiteler teknoloji geliştirme merkezleri durumundadırlar. Devlet bir projeyi 4-5 üniversiteyi verir. Birisinden birisi başarır nasıl olsa diye. Yüzlerce proje olduğunu, olabileceğini düşünürsek üniversiteler cesaretle bunlar üzerinde yoğunlaşmalıdırlar.
. Türkiye’de bilişim sektöründeki şirketler hangi sorunlarla, sıkıntılarla mücadele ediyorlar? Ve neden ülkemizden global bilişim şirketleri çıkmıyor? Bilişim sektörü geniş kapsamlı bir kavram. Yazılım denilince de özellikle ve öncelikle “yazılım geliştirme” esas alınmalıdır. Bu konuda çalışan firmaların çok fazla sorunları var ve ayrıca bir röportaj konusudur. Ancak kısaca özetlersek; yerli firmaların orta ve daha büyük olanlarının en az yüzde 90’lık bir bölümü yabancı yazılım kullanmaktalar. Bir başka anlatımla küresel ekonomi derken kendi insanlarımızın kurduğu ve uğraş verdiği firmaları güçlü bir konuma getiremedik. Neden ya da niçin olduğu, kimin ne yapıp yapmadığı hiç önemli değil. İşin özeti biz elbirliğiyle treni kaçırdık. Yerli firmalardan önde olanları da yabancılar satın aldı. Yerli firmaların büyük çoğunluğu da yabancı firmalara destek vererek bir başka anlatımla fasonculuk yaparak yaşamlarını sürdürüyorlar. Bu durum bizim genlerimize de ters, bize uymaz. Bizim ulusumuzda başkasına kölelik etmek yoktur.
Bağımsız çalışan ve geleceğe yönelik çabalayan firma sayısı azalmış hatta yok düzeyine gelmiş durumdadır. Güçlü yazılım firmalarının olabilmesi için uzunca bir süre desteklenmeleri ve finansal açıdan ayakta tutulmaları gereklidir. Bunlar sağlanamayınca güçlü diyebileceğimiz firmaların ortaya çıkması çok zor olmaktadır. Diğer yandan büyük yazılım firması olabilmenin temel ve olmazsa olmaz kuralı “emperyal düşünmek”tir. Bundan emperyalist olalım anlamı çıkarılmamalıdır. Yazılım geliştirirken “dünyaya satacağım” düşüncesiyle çalışmazsanız, yalnızca üç beş kuruş kazanan bir program yapar yerinize oturursunuz. Medya organlarına çıkıp boy boy resim verip ahkam kesenlerin de yalnızca ülkemize kötülük yaptıklarını düşünüyorum. Bu konularla ilgili elle tutulur, somut bir fikir ileri sürdüklerini ya da proje ortaya koyduklarını görmedim. Eğer “yazılım geliştirme” konusunda bir şeyler yapmak istiyorsak; mutlaka bu işe özel, stratejik sektör olarak ele alıp seferberlik kavramı altında çok ama çok çaba harcamalıyız. Çünkü çok geç kaldık.