Günümüz toplumunun yaşamını bütünüyle etkileyen bu strateji konusunda akademik bir araştırma yapan ve bu araştırmasını bir kitap olarak yayımlayan Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Vildan Hilal Akçay ile Planlı Eskitme Stratejisi’ni, bu stratejinin türlerini ve tüketicilerin neler yapabileceklerini konuştuk…
. Planlı Eskitme dediğimiz zaman neden söz ediyoruz? Önce oradan başlayalım mı hocam? Tabii. Aslında Planlı Eskitme bizim yabancı olmadığımız bir kavram. Çok dillendirilmemiş olması, yabancı olduğumuz algısını uyandırıyor. Planlı Eskitme, bir tür endüstriyel tasarım düşüncesi. Ama üreticiler açısından, işletmeler açısından kullanılması, onların açısından dezavantaj yarattığı için kullanılmayan bir kavram. Planlı Eskitme deyince şunu anlamamız lazım: Bir ürünün eskime süresinin ya da daha doğru bir ifadeyle miadının ne zaman dolacağını, o ürün henüz piyasaya sürülmeden önce ürünün bünyesinde kurgulanmasına yönelik bir strateji. Eğer biz bu tanımı böyle yaparsak, o zaman “eski” kavramını da yeniden tanımlamamız lazım. O yüzden miadının dolması ifadesini kullanmak daha doğru bence. Çünkü eski ürün-yeni ürün kavramı kişiden kişiye değişiyor. Bana göre bu telefonun üst sürümü çıktığı zaman benim elimdeki telefon eskimiş sayılmıyor. Ama bir başkasına göre eskimiş sayılıyor. Dolayısıyla eski-yeni kavramlarını da yeniden tanımlamamız, gözden geçirmemiz gerekiyor. Zaten kitaptaki araştırmada da bunu yapmaya çalıştım.
Hangi arızaları vereceği, ne kadar hangi koşullarda kaç tane arıza vereceği, nasıl deforme olacağı, hangi tadilatları gerektireceği, arızaların nasıl giderilebileceği, bunun tüketiciye yani sahibine ne kadara mal olacağı, zaman-emek-para bakımından maliyetinin ne olacağı da daha o ürün piyasaya sürülmeden önce tasarlanmış olması gerekiyor mu gibi soruları sordurması bakımından Planlı Eskitme kavramı çok hayati ve önem arz eden bir konu.
. Bu strateji neden, nasıl ve hangi gereksinimden doğdu? Bu strateji 1910’lu yıllardan bu yana uygulanagelen bir strateji. Aslında 1929 Buhranı’ndan sonra Amerika’da 1932 yılında o zamanın ünlü endüstriyel tasarımcılarından biri tarafından, Amerika’da yasal olarak zorunlu ve sürekli uygulanması teklif edilen bir kamu stratejisi. Fakat bu teklif kabul görmemiş. Niye? Çünkü zaten işletmeler tarafından uygulanagelen bir strateji. Eğer bu teklif kabul edilseydi nasıl uygulanacaktı? İnsanların aldıkları beyaz eşyalara bir ömür biçilecekti satılırken beş yıl ya da on yıl. O süre geçtikten sonra o insanlar daha önce tespit edilen kamu kurumlarına ellerindeki eşyaları teslim edecekler, onlar da onları imha edecekler. Böylece yenisinin satılması için pazar alanı oluşturulmuş olacak, istihdam sorunu ortadan kalkmış olacak. O buhranın sebebiyet verdiği işsizlik, arz-talep dengesizliği gibi sorunlar minimize edilmeye çalışılacak vesaire.
Ama buna gerek duyulmamış çünkü işletmeler zaten 20. yüzyılın başından itibaren tüketicileri ikna etme noktasında bir takım eskitme stratejilerini uyguluyorlar. Gereksinim şuradan çıkmış diyebiliriz; işletmeler daha çok ekonomik gereklilik olduğunu düşünerek bu stratejiyi uygulamışlar. Yani yeni ürünlere pazar alanı açabilmek ve yeni ürün geliştirmek için. Yani yeni ürün geliştirme faaliyetlerini finanse edebilmek açısından mantıklı. Dolayısıyla ekonomik gereklilik tabii ki. Fakat bir yere kadar.
. Bu yönüyle o halde Planlı Eskitme için tüketimin sürekliliğini temel alması bakımından kapitalizmin çocuğu benzetmesini yapsak herhalde yanlış bir benzetme yapmış olmayız. Kapitalist ekonomi modelinin esasını teşkil eden hızlı ve sürdürülebilir tüketim anlayışının devamını sağlama noktasında çok önemli bir araç. Yani kapitalizmin çocuğu derken aracı kastediyorsanız evet öyle denebilir. Bu bakımdan son derece önemli bir vazife görüyor Planlı Eskitme Stratejisi.
. Kitabınızda bir ikileme dikkat çekiyorsunuz; “Planlı Eskitme şirketler tarafından dayatılan bir strateji mi yoksa tüketicilerin her şeyin en iyisine sahip olma arzusunun bir ürünü müdür” ikilemi. Dünyada bu ikilem nasıl ele alınmış? Planlı Eskitme’ye bazı düşünürler bir tuzak gözüyle bakıyorlar. Tüketicileri gafil avlamak onlara yönelik kurgulanmış bir tuzak. Bazı düşünürlerse -ki bunların arasında Philip Kotler de var ünlü pazarlama gurusudur, “Ürün ve hizmetlerin sürekli olarak daha iyiye doğru geliştirilebilmesi için rekabetçi ve teknolojik güçlerin devreye sokulmasını sağlayan bir stratejidir bu” diyor. Yani birisi diyor ki “Ekonomik gerekliliktir”, diğeri de diyor ki “Ekonomik gerekliliği olsa bile bu bir tuzaktır yani tuzak kurarak ekonominin çarkının hızlı dönmesini sağlıyorsunuz.” Uluslararası alanda bu mevzu bu şekilde iki uç tanım veya yorumla ele alınıyor. Bu iki uç ve zıt yorum, Planlı Eskitme’nin doğasında var olan o düalist yapıyı ortaya çıkarıyor. Acaba tüketiciler tuzağa mı düşürülüyor yoksa tüketicilerin ortak olduğu, kendi istekleri doğrultusunda ortaya çıkan bir durum mu sorusunu ve ikilemini gündeme getiriyor.
Planlı Eskitme iki ayaklı bir mekanizma. Bu ayaklardan biri üreticiler, işletmeler; bir diğeri de tüketiciler. Zaten işletmeler tüketicinin yani toplumun sosyolojik, psikolojik ve ekonomik durumunu dikkate alarak stratejiler geliştirmek ve uygulamak zorundadır. Dolayısıyla bu Planlı Eskitme mekanizmasının ayakta kalabilmesi için işletmelerin yanı sıra tüketicilerin de buna destek veriyor olması lazım. Benim araştırmamda temel sorum, problemim şu: Tüketiciler bu mekanizmada nasıl bir rol oynuyor? Hangi itici güçler bu mekanizmanın ayakta durmasını sağlıyor tüketiciler açısından? Üreticiler açısından henüz bakmadım. Bakılması gereken çok önemli bir boyutu bu mevzunun. Sadece ben değil, başkalarının da ele alması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Planlı Eskitme konusu son derece mümbit bir konu.
. Planlı Eskitme’nin tüketicinin her şeyin en iyisine kavuşmasını önceleyen bir yönetsel strateji olduğuna inandığımı varsayıyorum bir an için. Bu noktada şu soru beliriyor kafamda; madem teknoloji bizim en üst düzey ürüne kavuşmamızı vaat ediyor, bizler örneğin bir akıllı telefonu otuz yıl kullanabilecek teknolojiye sahipsek neden şirketler en azından iki ya da üç yılda bir akıllı telefonumuzu değiştirmemizi istiyorlar? Neden böyle bir rol biçiliyor bize? Yani gerçekten son teknolojiyi mi kullanıyoruz yoksa şirketlerin kullanmamızı uygun gördüğü kadarını mı? Bahsettiğiniz, geciktirmeye dayalı Planlı Eskitme; Planlı Eskitme’nin türlerinden sadece biri. Üreticilerin son teknolojiyi sunabilmesi için toplumun, zamanın ruhunun buna hazır olması gerekiyor. Mesela tarihten baktığımızda kasetçalarlar plakların yerini patenti alındıktan neredeyse otuz yıl sonra alabilmiş. Niye? Çünkü toplumda plak talebi henüz doymamıştır. O talebin doyması gerekiyor ki yerini yenisi, yeni teknolojiyle üretilen ürün veya hizmet alsın. Üretici bunu beklemek zorunda. Fakat şimdi günümüzde işte bunu beklememek için talebi manipüle ediyor. Yani bizim aslında ihtiyaç duymadığımız şeyi üretmiş durumda, onun teknolojisi kendisinde var ve istediği zaman piyasaya sunuyor.
. Artık şartların olgunlaşmasını da kendisi sağlıyor diyorsunuz… Kendisi manipüle ederek sağlıyor. Aynen öyle. Ama istediği zaman. Mesela her yıl bir yeni telefon modeli beklentisi içerisindeyiz. Beklenti içerisinde olanlar da var, bu beklentiyi hissetmeyenler de var. Alıştık ve bağışıklık kazandık yani.
. Planlı Eskitme’nin diğer türleri nelerdir? Planlı Eskitme türleri, birbirlerinden net sınırlarla ayrılan türler değil. Birbirine bağlı olduğunu bilelim. Onlardan biri işlevsel eskitme. Bilinen en iyi örneğiyle -bu konuya merak saranlar muhakkak ilk araştırmalarında rastlayacaklardır, bir ampul vakası var. İşlevsel eskitmeye maruz bırakılmış bir üründen bahsediyoruz. Ampulün patentinin alındığı 1880 yılında ömrü 1500 saat. Bundan on beş yıl sonra o dönemde Amerika’da Shelby da yeni bir ampul üretiyorlar; adı Shelby ampulü. Ve onların ürettiği ampuldeki iletken tel daha kaliteli yapılmış. Öyle kaliteli ki 1901 yılından bu yana Amerika’da Kaliforniya’da bir itfaiye binasında hâlihazırda yanıyor. Yani 118 yaşında bir ampul var dünyada. Yanıyor ve biz onu linkini tıkladığımızda seyredebiliyoruz. Hatta bu kadar yıl boyunca iki tane de webcam tüketmiş durumda işin trajikomik tarafı. Fakat böyle uzun ömürlü ampuller üretilebilmişken, 1924 yılında bir kartel devreye giriyor. Dünya çapında ampul üreten büyük şirketler bir araya geliyorlar. “Bu kadar uzun ömürlü ampul üretilmeye devam edilirse biz yeni ampul üretemeyeceğiz. Yani ampul patlamayacak ve yenisini satamayacağız.” diyorlar. Bunun üzerine kararlar alıyorlar ve bütün ampul üreticilerini bu kararlara uymaya zorlayacak yaptırımlar getiriyorlar. Ve ampulün ömrü 1000 saatle sınırlanıyor. Bu ampulün işlevini kısıtlamak işte. Ampulü işlevsel olarak eskitmeye tabi tutmaya kocaman bir örnek. Ama aynı zamanda kalite bakımından da eskitmeye örnek.
Telefon örneği üzerinden gidelim. Yazılım ve donanımıyla sizin ihtiyacınızı karşılayacak iyi bir telefon alıyorsunuz fakat bir bakıyorsunuz, öyle bir malzemeden üretilmiş ki dış yüzeyi çabuk zedelenebilir. Ufak bir düşmede zedelenebilir bir yüzeye sahip. Eğer siz estetik kaygısı olan bir bireyseniz, o zaman bu sizin gözünüzü tırmalamaya başlayacak. Bu size o telefonu yenileme güdüsünü vermese bile çünkü imkanlarınız buna elvermeyebilir, bir üst sürümü çıktığında “Zaten bunun şurası da ezik, burası da çizik” deyip bir üst sürümünü almak için bir sebep oluşturabiliyor. İşte bu estetik dayanıklılık bakımından eskitme.
Yine önemli türlerden biri de aslında çok sık karşılaşıyoruz ama bazılarımız farkında değil; tamir edilebilirlik bakımından eskitme. O da ürünün tamir edilebilirlik düzeyinin tasarım aşamasında belirlenmesiyle ortaya çıkan bir eskitme türü. Nasıl yapılıyor? Yedek parça ulaşılabilirliği kısıtlanıyor. Elinizdeki özellikle elektronik cihazlar arızalandığı zaman tamirciye götürüyorsunuz ve “Bunun astarı yüzünden pahalıya gelir, sen en iyisi yenisini al” diye bizi geri gönderebiliyorlar. Bu zaten önceden tasarım aşamasında tasarlanmış bir durum. Kısa bir süre kullanıldıktan sonra arızalanacak parçaların sayısı tasarım aşamasında birbirine o şekilde organize ediliyor veya monte ediliyor; birisi arıza verince diğeri de arıza versin veya arıza verecek parça sayısı artsın amacıyla hareket ediliyor. Parçalar daha karmaşık hale getiriliyor ve böylece tamir edilebilirlik bakımından eskitmeye maruz kalıyor. Apple buna en büyük örnek. Dünyanın teknolojik ürün özellikle telefon ve bilgisayar gibi ürünlerde rekabet gücü en yüksek olan firmalarından biri. Bu rekabetçi gücünün bu kadar yüksek olması nasıl sağlanıyor diye insanlar bunun peşine düştüğünde karşımıza çıkan şey Planlı Eskitme Stratejisi. O da tamir edilebilirlik bakımından eskitmeye maruz bırakıyor ürettiği ürünleri. Tabii burada gelir düzeyi arttıkça tüketicilerin yenisini satın alma eğiliminin arttığını da söyleyelim. Bu dünya çapında yapılan araştırmalardan birinin sonucudur. Aynı zamanda benim araştırmamda da bu yönde eğilimler var.
. Tüketicinin sahip olduğu eşyadan ne zaman ayrılacağına karar verme özgürlüğünün olmamasının etikle bağdaştığını söylemek mümkün müdür? İster gerçek kişi olsun ister tüzel kişi olsun gayri ahlaki davranış sergilemek zaten insanlığın kadim problemi. Evet, gayri ahlaki. Ben en iyi telefonu alıyorum, iki yıl sonra yazılımını güncellemek durumunda kalıyorum. Ve güncellemeden önceki hızıyla güncellemeden sonraki hızı arasında dağlar kadar fark var, hissetmemek mümkün değil. Sonra o telefon benim telefonum olmaktan çıkmış oluyor. Ben ne kadar iyi ve özenle kullanıyor olursam olayım, o telefonun eskimesi bana bağlı değil. Ve ben bunu bilerek almak durumundayım. Mevzu sadece telefon da değil; beyaz eşyalar da öyle veya kıyafetlerimiz de öyle. Onlar da modaya bağlı eskitme araçlarından biri. Modaya bağlı eskitme de bir başka eskitme türü ve belki de en sinsi ya da insanları zayıf noktasından avlayan bir strateji. Nasıl oluyor? İnsanın fizyolojik ihtiyacını değil de psikolojik ihtiyacına yönelik bir strateji bu. Moda sizi yönlendiriyor. Toplum sizi yönlendiriyor aslında. Bir yerde çaresizlik içine düşüyorsunuz.
.Teknolojinin insanların karar mekanizmalarını böylesine kolaylıkla manipüle edebiliyor olmasının korkutucu bir tarafı da var… İnsan kendi kontrolünü başkasının iradesine bırakırsa korkutucu bir tarafı var elbette. Bu mevzu aslında bireyin kendi kontrolünü ve iradesini kendi eline alarak, kendi elinde tutmaya gayret ederek ancak baş edilebilecek bir mevzu. Aksi takdirde evet, bir kurban gibi manipülasyona açığız.
. Ne yapmamız gerekiyor? Bunlarla nasıl mücadele edeceğiz? Devletlerin de yurttaşlarını korumak için bir sorumluluk üstlenmesi gerekmez mi? Olabildiğince hakkımızı savunacağız. Bugün nasıl Amerika’da tüketiciler üreticileri dava ediyorlarsa, bizim de o yolda bilinçli bir şekilde ilerlememiz lazım. Devlet eliyle müdahale olmalı. Ne kadar mümkün bilmiyorum. Çünkü işletmeler uluslararası arenada faaliyet gösteriyorlar ve pek çok devletin bununla mücadele etmesi çok zor.
Bütün Dünya dergisinin Aralık-2019 sayısında yayımlanmıştır.
09 Aralık 2019 01:39
Günümüz toplumunun yaşamını bütünüyle etkileyen bu strateji konusunda akademik bir araştırma yapan ve bu araştırmasını bir kitap olarak yayımlayan Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Vildan Hilal Akçay ile Planlı Eskitme Stratejisi’ni, bu stratejinin türlerini ve tüketicilerin neler yapabileceklerini konuştuk…
. Planlı Eskitme dediğimiz zaman neden söz ediyoruz? Önce oradan başlayalım mı hocam? Tabii. Aslında Planlı Eskitme bizim yabancı olmadığımız bir kavram. Çok dillendirilmemiş olması, yabancı olduğumuz algısını uyandırıyor. Planlı Eskitme, bir tür endüstriyel tasarım düşüncesi. Ama üreticiler açısından, işletmeler açısından kullanılması, onların açısından dezavantaj yarattığı için kullanılmayan bir kavram. Planlı Eskitme deyince şunu anlamamız lazım: Bir ürünün eskime süresinin ya da daha doğru bir ifadeyle miadının ne zaman dolacağını, o ürün henüz piyasaya sürülmeden önce ürünün bünyesinde kurgulanmasına yönelik bir strateji. Eğer biz bu tanımı böyle yaparsak, o zaman “eski” kavramını da yeniden tanımlamamız lazım. O yüzden miadının dolması ifadesini kullanmak daha doğru bence. Çünkü eski ürün-yeni ürün kavramı kişiden kişiye değişiyor. Bana göre bu telefonun üst sürümü çıktığı zaman benim elimdeki telefon eskimiş sayılmıyor. Ama bir başkasına göre eskimiş sayılıyor. Dolayısıyla eski-yeni kavramlarını da yeniden tanımlamamız, gözden geçirmemiz gerekiyor. Zaten kitaptaki araştırmada da bunu yapmaya çalıştım.
Hangi arızaları vereceği, ne kadar hangi koşullarda kaç tane arıza vereceği, nasıl deforme olacağı, hangi tadilatları gerektireceği, arızaların nasıl giderilebileceği, bunun tüketiciye yani sahibine ne kadara mal olacağı, zaman-emek-para bakımından maliyetinin ne olacağı da daha o ürün piyasaya sürülmeden önce tasarlanmış olması gerekiyor mu gibi soruları sordurması bakımından Planlı Eskitme kavramı çok hayati ve önem arz eden bir konu.
. Bu strateji neden, nasıl ve hangi gereksinimden doğdu? Bu strateji 1910’lu yıllardan bu yana uygulanagelen bir strateji. Aslında 1929 Buhranı’ndan sonra Amerika’da 1932 yılında o zamanın ünlü endüstriyel tasarımcılarından biri tarafından, Amerika’da yasal olarak zorunlu ve sürekli uygulanması teklif edilen bir kamu stratejisi. Fakat bu teklif kabul görmemiş. Niye? Çünkü zaten işletmeler tarafından uygulanagelen bir strateji. Eğer bu teklif kabul edilseydi nasıl uygulanacaktı? İnsanların aldıkları beyaz eşyalara bir ömür biçilecekti satılırken beş yıl ya da on yıl. O süre geçtikten sonra o insanlar daha önce tespit edilen kamu kurumlarına ellerindeki eşyaları teslim edecekler, onlar da onları imha edecekler. Böylece yenisinin satılması için pazar alanı oluşturulmuş olacak, istihdam sorunu ortadan kalkmış olacak. O buhranın sebebiyet verdiği işsizlik, arz-talep dengesizliği gibi sorunlar minimize edilmeye çalışılacak vesaire.
Ama buna gerek duyulmamış çünkü işletmeler zaten 20. yüzyılın başından itibaren tüketicileri ikna etme noktasında bir takım eskitme stratejilerini uyguluyorlar. Gereksinim şuradan çıkmış diyebiliriz; işletmeler daha çok ekonomik gereklilik olduğunu düşünerek bu stratejiyi uygulamışlar. Yani yeni ürünlere pazar alanı açabilmek ve yeni ürün geliştirmek için. Yani yeni ürün geliştirme faaliyetlerini finanse edebilmek açısından mantıklı. Dolayısıyla ekonomik gereklilik tabii ki. Fakat bir yere kadar.
. Bu yönüyle o halde Planlı Eskitme için tüketimin sürekliliğini temel alması bakımından kapitalizmin çocuğu benzetmesini yapsak herhalde yanlış bir benzetme yapmış olmayız. Kapitalist ekonomi modelinin esasını teşkil eden hızlı ve sürdürülebilir tüketim anlayışının devamını sağlama noktasında çok önemli bir araç. Yani kapitalizmin çocuğu derken aracı kastediyorsanız evet öyle denebilir. Bu bakımdan son derece önemli bir vazife görüyor Planlı Eskitme Stratejisi.
. Kitabınızda bir ikileme dikkat çekiyorsunuz; “Planlı Eskitme şirketler tarafından dayatılan bir strateji mi yoksa tüketicilerin her şeyin en iyisine sahip olma arzusunun bir ürünü müdür” ikilemi. Dünyada bu ikilem nasıl ele alınmış? Planlı Eskitme’ye bazı düşünürler bir tuzak gözüyle bakıyorlar. Tüketicileri gafil avlamak onlara yönelik kurgulanmış bir tuzak. Bazı düşünürlerse -ki bunların arasında Philip Kotler de var ünlü pazarlama gurusudur, “Ürün ve hizmetlerin sürekli olarak daha iyiye doğru geliştirilebilmesi için rekabetçi ve teknolojik güçlerin devreye sokulmasını sağlayan bir stratejidir bu” diyor. Yani birisi diyor ki “Ekonomik gerekliliktir”, diğeri de diyor ki “Ekonomik gerekliliği olsa bile bu bir tuzaktır yani tuzak kurarak ekonominin çarkının hızlı dönmesini sağlıyorsunuz.” Uluslararası alanda bu mevzu bu şekilde iki uç tanım veya yorumla ele alınıyor. Bu iki uç ve zıt yorum, Planlı Eskitme’nin doğasında var olan o düalist yapıyı ortaya çıkarıyor. Acaba tüketiciler tuzağa mı düşürülüyor yoksa tüketicilerin ortak olduğu, kendi istekleri doğrultusunda ortaya çıkan bir durum mu sorusunu ve ikilemini gündeme getiriyor.
Planlı Eskitme iki ayaklı bir mekanizma. Bu ayaklardan biri üreticiler, işletmeler; bir diğeri de tüketiciler. Zaten işletmeler tüketicinin yani toplumun sosyolojik, psikolojik ve ekonomik durumunu dikkate alarak stratejiler geliştirmek ve uygulamak zorundadır. Dolayısıyla bu Planlı Eskitme mekanizmasının ayakta kalabilmesi için işletmelerin yanı sıra tüketicilerin de buna destek veriyor olması lazım. Benim araştırmamda temel sorum, problemim şu: Tüketiciler bu mekanizmada nasıl bir rol oynuyor? Hangi itici güçler bu mekanizmanın ayakta durmasını sağlıyor tüketiciler açısından? Üreticiler açısından henüz bakmadım. Bakılması gereken çok önemli bir boyutu bu mevzunun. Sadece ben değil, başkalarının da ele alması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Planlı Eskitme konusu son derece mümbit bir konu.
. Planlı Eskitme’nin tüketicinin her şeyin en iyisine kavuşmasını önceleyen bir yönetsel strateji olduğuna inandığımı varsayıyorum bir an için. Bu noktada şu soru beliriyor kafamda; madem teknoloji bizim en üst düzey ürüne kavuşmamızı vaat ediyor, bizler örneğin bir akıllı telefonu otuz yıl kullanabilecek teknolojiye sahipsek neden şirketler en azından iki ya da üç yılda bir akıllı telefonumuzu değiştirmemizi istiyorlar? Neden böyle bir rol biçiliyor bize? Yani gerçekten son teknolojiyi mi kullanıyoruz yoksa şirketlerin kullanmamızı uygun gördüğü kadarını mı? Bahsettiğiniz, geciktirmeye dayalı Planlı Eskitme; Planlı Eskitme’nin türlerinden sadece biri. Üreticilerin son teknolojiyi sunabilmesi için toplumun, zamanın ruhunun buna hazır olması gerekiyor. Mesela tarihten baktığımızda kasetçalarlar plakların yerini patenti alındıktan neredeyse otuz yıl sonra alabilmiş. Niye? Çünkü toplumda plak talebi henüz doymamıştır. O talebin doyması gerekiyor ki yerini yenisi, yeni teknolojiyle üretilen ürün veya hizmet alsın. Üretici bunu beklemek zorunda. Fakat şimdi günümüzde işte bunu beklememek için talebi manipüle ediyor. Yani bizim aslında ihtiyaç duymadığımız şeyi üretmiş durumda, onun teknolojisi kendisinde var ve istediği zaman piyasaya sunuyor.
. Artık şartların olgunlaşmasını da kendisi sağlıyor diyorsunuz… Kendisi manipüle ederek sağlıyor. Aynen öyle. Ama istediği zaman. Mesela her yıl bir yeni telefon modeli beklentisi içerisindeyiz. Beklenti içerisinde olanlar da var, bu beklentiyi hissetmeyenler de var. Alıştık ve bağışıklık kazandık yani.
. Planlı Eskitme’nin diğer türleri nelerdir? Planlı Eskitme türleri, birbirlerinden net sınırlarla ayrılan türler değil. Birbirine bağlı olduğunu bilelim. Onlardan biri işlevsel eskitme. Bilinen en iyi örneğiyle -bu konuya merak saranlar muhakkak ilk araştırmalarında rastlayacaklardır, bir ampul vakası var. İşlevsel eskitmeye maruz bırakılmış bir üründen bahsediyoruz. Ampulün patentinin alındığı 1880 yılında ömrü 1500 saat. Bundan on beş yıl sonra o dönemde Amerika’da Shelby da yeni bir ampul üretiyorlar; adı Shelby ampulü. Ve onların ürettiği ampuldeki iletken tel daha kaliteli yapılmış. Öyle kaliteli ki 1901 yılından bu yana Amerika’da Kaliforniya’da bir itfaiye binasında hâlihazırda yanıyor. Yani 118 yaşında bir ampul var dünyada. Yanıyor ve biz onu linkini tıkladığımızda seyredebiliyoruz. Hatta bu kadar yıl boyunca iki tane de webcam tüketmiş durumda işin trajikomik tarafı. Fakat böyle uzun ömürlü ampuller üretilebilmişken, 1924 yılında bir kartel devreye giriyor. Dünya çapında ampul üreten büyük şirketler bir araya geliyorlar. “Bu kadar uzun ömürlü ampul üretilmeye devam edilirse biz yeni ampul üretemeyeceğiz. Yani ampul patlamayacak ve yenisini satamayacağız.” diyorlar. Bunun üzerine kararlar alıyorlar ve bütün ampul üreticilerini bu kararlara uymaya zorlayacak yaptırımlar getiriyorlar. Ve ampulün ömrü 1000 saatle sınırlanıyor. Bu ampulün işlevini kısıtlamak işte. Ampulü işlevsel olarak eskitmeye tabi tutmaya kocaman bir örnek. Ama aynı zamanda kalite bakımından da eskitmeye örnek.
Telefon örneği üzerinden gidelim. Yazılım ve donanımıyla sizin ihtiyacınızı karşılayacak iyi bir telefon alıyorsunuz fakat bir bakıyorsunuz, öyle bir malzemeden üretilmiş ki dış yüzeyi çabuk zedelenebilir. Ufak bir düşmede zedelenebilir bir yüzeye sahip. Eğer siz estetik kaygısı olan bir bireyseniz, o zaman bu sizin gözünüzü tırmalamaya başlayacak. Bu size o telefonu yenileme güdüsünü vermese bile çünkü imkanlarınız buna elvermeyebilir, bir üst sürümü çıktığında “Zaten bunun şurası da ezik, burası da çizik” deyip bir üst sürümünü almak için bir sebep oluşturabiliyor. İşte bu estetik dayanıklılık bakımından eskitme.
Yine önemli türlerden biri de aslında çok sık karşılaşıyoruz ama bazılarımız farkında değil; tamir edilebilirlik bakımından eskitme. O da ürünün tamir edilebilirlik düzeyinin tasarım aşamasında belirlenmesiyle ortaya çıkan bir eskitme türü. Nasıl yapılıyor? Yedek parça ulaşılabilirliği kısıtlanıyor. Elinizdeki özellikle elektronik cihazlar arızalandığı zaman tamirciye götürüyorsunuz ve “Bunun astarı yüzünden pahalıya gelir, sen en iyisi yenisini al” diye bizi geri gönderebiliyorlar. Bu zaten önceden tasarım aşamasında tasarlanmış bir durum. Kısa bir süre kullanıldıktan sonra arızalanacak parçaların sayısı tasarım aşamasında birbirine o şekilde organize ediliyor veya monte ediliyor; birisi arıza verince diğeri de arıza versin veya arıza verecek parça sayısı artsın amacıyla hareket ediliyor. Parçalar daha karmaşık hale getiriliyor ve böylece tamir edilebilirlik bakımından eskitmeye maruz kalıyor. Apple buna en büyük örnek. Dünyanın teknolojik ürün özellikle telefon ve bilgisayar gibi ürünlerde rekabet gücü en yüksek olan firmalarından biri. Bu rekabetçi gücünün bu kadar yüksek olması nasıl sağlanıyor diye insanlar bunun peşine düştüğünde karşımıza çıkan şey Planlı Eskitme Stratejisi. O da tamir edilebilirlik bakımından eskitmeye maruz bırakıyor ürettiği ürünleri. Tabii burada gelir düzeyi arttıkça tüketicilerin yenisini satın alma eğiliminin arttığını da söyleyelim. Bu dünya çapında yapılan araştırmalardan birinin sonucudur. Aynı zamanda benim araştırmamda da bu yönde eğilimler var.
. Tüketicinin sahip olduğu eşyadan ne zaman ayrılacağına karar verme özgürlüğünün olmamasının etikle bağdaştığını söylemek mümkün müdür? İster gerçek kişi olsun ister tüzel kişi olsun gayri ahlaki davranış sergilemek zaten insanlığın kadim problemi. Evet, gayri ahlaki. Ben en iyi telefonu alıyorum, iki yıl sonra yazılımını güncellemek durumunda kalıyorum. Ve güncellemeden önceki hızıyla güncellemeden sonraki hızı arasında dağlar kadar fark var, hissetmemek mümkün değil. Sonra o telefon benim telefonum olmaktan çıkmış oluyor. Ben ne kadar iyi ve özenle kullanıyor olursam olayım, o telefonun eskimesi bana bağlı değil. Ve ben bunu bilerek almak durumundayım. Mevzu sadece telefon da değil; beyaz eşyalar da öyle veya kıyafetlerimiz de öyle. Onlar da modaya bağlı eskitme araçlarından biri. Modaya bağlı eskitme de bir başka eskitme türü ve belki de en sinsi ya da insanları zayıf noktasından avlayan bir strateji. Nasıl oluyor? İnsanın fizyolojik ihtiyacını değil de psikolojik ihtiyacına yönelik bir strateji bu. Moda sizi yönlendiriyor. Toplum sizi yönlendiriyor aslında. Bir yerde çaresizlik içine düşüyorsunuz.
.Teknolojinin insanların karar mekanizmalarını böylesine kolaylıkla manipüle edebiliyor olmasının korkutucu bir tarafı da var… İnsan kendi kontrolünü başkasının iradesine bırakırsa korkutucu bir tarafı var elbette. Bu mevzu aslında bireyin kendi kontrolünü ve iradesini kendi eline alarak, kendi elinde tutmaya gayret ederek ancak baş edilebilecek bir mevzu. Aksi takdirde evet, bir kurban gibi manipülasyona açığız.
. Ne yapmamız gerekiyor? Bunlarla nasıl mücadele edeceğiz? Devletlerin de yurttaşlarını korumak için bir sorumluluk üstlenmesi gerekmez mi? Olabildiğince hakkımızı savunacağız. Bugün nasıl Amerika’da tüketiciler üreticileri dava ediyorlarsa, bizim de o yolda bilinçli bir şekilde ilerlememiz lazım. Devlet eliyle müdahale olmalı. Ne kadar mümkün bilmiyorum. Çünkü işletmeler uluslararası arenada faaliyet gösteriyorlar ve pek çok devletin bununla mücadele etmesi çok zor.
Bütün Dünya dergisinin Aralık-2019 sayısında yayımlanmıştır.