Bugün 17 Mayıs…
Dört yıl önce, 17 Mayıs 2010’da, Zonguldak’taki Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Karadon Müessese Müdürlüğü Yeni Kuyu’da galeri açma çalışmalarını yürüten taşeron şirkete bağlı 30 maden işçisini, -540 kotunda grizu patlaması sonucu elim bir maden faciasında kaybetmiştik.
Dört yıl sonra bugün, Karadon grizu faciasının acısını, Soma’daki maden patlamasında kaybettiğimiz yüzlerce işçi için günlerden bu yana yangın yerine dönen yüreklerimizde, bir kez daha duyumsuyoruz.
O gün, 13.27 civarında patlayan grizu; sendikasız ve düşük ücretlerle çalışan taşeron işçilerinin üzerine çöktü. Patlama öylesine şiddetliydi ki, galeri hazırlık çalışmalarının yapıldığı Yeni Kuyu’nun vinç ve kafes sistemleri kullanılamaz hale gelmişti. Kurtarma çalışmaları bu nedenle 75. Yıl Cumhuriyet Kuyusu’ndan başlatılmıştı.
Yapı-Tek çalışanı 30 maden işçisinden, ikisi de maden mühendisiydi.
Madencilere, 20 Mayıs’ta ancak ulaşılabildi…
28 maden işçisinin cansız bedenleri bir bir yerüstüne çıkarıldı.
Önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, facianın ardından yaptığı açıklamada, “Bölge insanı bu tip olaylara alışık. Bu mesleğin kaderinde maalesef bu var” dedi.
Sonra, dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, yerel bir televizyon kanalının yayınına katıldı. Ve o zihinlerimize mıh gibi çakılan sözler döküldü ağzından: “O patlamadan kaynaklanan şok, galeriye ve asansöre zarar vermiş. Yeraltındaki tahribat, kurtarma çalışmalarını da olumsuz etkiledi. Kurtarma ekipleri, çok büyük risk alarak Karadon’da kurtarma çalışması yaptı. İlk 19-20 cesedimizde bahsettiğiniz türden herhangi bir şey yoktu. Güzel öldüler. O konuda ben acı çekmediklerini ve fizik olarak da güzel öldüklerini buradan rahatlıkla söyleyebilirim. İlk çıkardığımız 20 kişinin kimlik tespitinde sorun çıkmadı. Diğerleriyle ilgili DNA testine başvurmak zorunda kaldık. Bütün işçilerimizi ailelerine teslim ettik. Hepsi defnedildi, hepsi huzur içindeler. Ulaşılamayan 2 kişinin göçük altında olduklarını tahmin ediyoruz. Onlara da ulaşabilmek için çaba harcıyoruz. ‘Burayı taşerona verdiniz, kaza oldu’. Bu kesinlikle yanlış bir tespittir. Türkiye’de sendikalar, özel sektörde örgütlenemedikleri için taşeronluk sistemine karşı çıkıyor. 5 yılı aşkın süredir galeri açma işini taşeron yapmaktaydı. Kuyu açma işi bile taşerona verilmişti. Özel sektörde meydana gelen kazalar kamudan daha düşük. Sadece bakanlığımız sorumlu olamaz. Meslek odaları ne iş yapıyor? Sendika, konuyla ilgili bütün aktörler sorumluluk almalı. Ben koordinasyon konusunda üzerime düşeni yapmaya hazırım.” 28 madencinin defin işlemlerinde de karışıklık yaşandı. 6 işçinin cenazeleri, yanlış ailelere teslim edilmişti. Karışıklık, DNA sonuçlarıyla ortaya çıktı. Mezarlar tekrar açıldı, talihsiz madencilerin cansız bedenleri sonunda gerçek ailelerine teslim edildi. Madencilerin cenazeleri yeniden defnedildi…
İki işçi, Engin Düzcük ve Dursun Kartal’a ise aylar boyunca ulaşılamadı. Çinlilerden yardım istendi. Sonuçta iki maden işçisine, 8 ay sonra ulaşıldı ve 20 Ocak 2011’de defnedildiler.
Yaşanan iş cinayetinin ardından 27 Ağustos 2010’da, 28 kişi hakkında Zonguldak 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Taksirle birçok kişinin ölümüne neden olmak suçundan 11 kişinin tutuklanması istendi, ancak 6 kişinin tutuklulukları yönünde verilen karar, yalnızca 4 saat geçerli olabildi. Sanıkların itirazlarıyla, olayda sorumluluğu bulunduğu iddia edilen tüm isimler, tutuksuz yargılanacaktı…
Facianın ardından ilk rapor, 23-24 Haziran 2010’da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu tarafından hazırlandı. Bu raporda, işyerinde kontrol ve degajların yeterli düzeyde yapılmadığı belirtiliyor, Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun yüzde 30, taşeron firma Yapı-Tek’in ise yüzde 70 oranında kusurlu olduğu saptamasında bulunuluyordu. İlk bilirkişi raporu ise Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi tarafından hazırlandı. (O günkü adıyla) Zonguldak Karaelmas Üniversitesi öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi heyeti, uzaktan gaz izleme sisteminin erken uyarı görevi yapmadığına dikkat çekti ve sensör konumlarını hatalı buldu. Ölen işçilerin çoğunda gaz maskesinin bulunmamasının, yüklenici firmanın teknik elemanlarının kusuru olduğu vurgulanan raporda, gerekli kontrollerin de idarenin sorumluluğunda olduğu da ifade edildi. Ayrıca, kömür çıkarmak için yer altında yapılan galeri açmak gibi hazırlık faaliyetlerinde TTK uzmanken, bu işlerin taşeron firmaya verilmesinin irdelenmesi gerektiği de dile getirildi.
İkinci rapor ise Ortadoğu Teknik Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi’nden akademisyenler tarafından hazırlandı. Bu raporda da, patlamadan önce metan gazı yoğunluğunun arttığı 12 dakika boyunca çalışanlara haber verilmemesi, ekipmanların durdurulmaması ve kaçış planının devreye sokulmamasına dikkat çekilirken, hem taşeron şirket hem de TTK kusurlu bulundu. TTK rapora itiraz etti.
Üçüncü rapor da, iş güvenliği uzmanları, elektrik ve maden mühendisinin bulunduğu bir bilirkişi heyetince mahkemeye sunuldu. Bunda ise, TTK´dan ve yüklenici firmadan 28 sanık için cezai sorumluluk açısından herhangi bir kusur izafe edilemeyeceği belirtiliyordu. Heyet, “Olayın meydan gelmesinde TTK ve yüklenicinin hizmet kusurlarının bulunduğu, mevcut dosya kapsamına göre hizmet kusurlarının kişiselleştirilmesi mümkün olmayan kusurlar olduğu, patlamada ölen 2 mühendis ile ocak çavuş ve nezaretçilerinin de kusurlarının hizmet kusurlarından ve yer altı şartlarının jeolojik yapısının tam olarak bilinmezliği nedeniyle kaçınılmaz faktörlerden ileri gelmiş olduğu kanaatine varılmıştır.” diyordu. Yani sanıklar değil, ölenler kusurluydu…
Dördüncü rapor, iş güvenliği uzmanlarından oluşan heyetçe hazırlandı. Burada da, “İşin yürütülmesinden, çalıştırdığı işçilere karşı iş sağlığı ve güvenliği yönünden asıl olarak sorumlu olan alt işveren davalı sanık Halim K’nin birinci derecede, işveren vekili İsmail G’nin ise ikinci derece kusurlu olduğu kanaatine varılmıştır. Diğer sanıklar ve kazada yaşamını yitirenlerin kusuru bulunmamaktadır” ifadelerine yer verildi.
Oysa o hakkında 15 yıl hapis cezası istenen İsmail G, bu raporun sunulduğu tarihten bir yıl önce, 3 Şubat 2012’de terfi ettirilmişti! Karadon Müessese Müdürlüğü’nden, TTK Genel Müdür Yardımcılığı görevine getirilmişti…
Beşinci bilirkişi raporu ise, iş güvenliği uzmanı, elektrik mühendisi, makine mühendisi ve inşaat mühendisinden oluşan bilirkişi heyeti tarafından tamamlandı. Raporda, taşeron şirket asli, TTK’nın müessese müdürlüğü tali sorumlu olarak gösterildi. Olayın bir iş kazası olduğu, taksirli eylemle meydana gelen olayın ‘öngörülebilir-önlenebilir’ bir olay olduğu, olayın meydana gelmesinde kaçınılmazlık unsurunun bulunmadığı yönünde görüş bildirildi. Ayrıca, hem TTK adına müessese müdürü, hem de taşeron şirketin, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Önlemlerine İlişkin maddelere aykırı hareket ettiği belirtildi.
Geçtiğimiz Şubat ayında yapılan son duruşmada ise savcı, önceki beş raporun karar için yeterli olmadığı ve aralarında çelişkiler olduğunu dile getirdi, mahkeme altıncı kez bilirkişi raporu talep etti. Bir sonraki duruşma 4 Haziran 2014’te yapılacak…
Yani, Karadon faciasının failleri halen net olarak ortaya konularak cezalandırılmadı… Ailelerin acıları dinmek bilmediği gibi, her duruşmayla adalet arayışları ötelenip duruyor…
Adalet arayışları da ayrı bir acıya dönüşüyor…
Aslında yüreğimize oturan tüm bu iş cinayetlerinde değişiklik gösteren isimler bir yana, hemen hepsinin ortak faili hükümetin sorgulamaya-tartışmaya bile yanaşmadığı özelleştirme ve taşeron sistemidir. Odağına ‘kâr politikasını’ oturtan bu sistemlerin, insanı öncelemesi ‘fıtratı’na ters çünkü…
Dört yıl önce Karadon…
Dört gün önce Soma…
Soma, Karadon’a benzemesin…
Yüreklere düşen ateşte payı olanlar her kimse, paye alacaklarına, hesap versin…