Kişisel talihim saydığım ve yollarımızın ilk kez kesiştiği bir haberden sonra, Bütün Dünya’da Mete Akyol ile birlikte çalışma onuruna kavuşmak, tarif edilmesi mümkün olmayan bir övüncümdür. Aynı büyüklükteki bir diğer övüncüm de, kendisiyle telefonda tanıştığımız günden itibaren başlayan konuşmalarımız ve yazışmalarımız, ardından da bir araya geldiğimiz tüm zamanlardaki sohbetlerimizde kendisinden öğrendiklerimle, onun bir öğrencisi olabilmem gerçeğidir.
Benim kişisel talihim olarak bildiğim ve üzerinden 7 yılın geçtiği tanışmamızdan sonra, Mete Bey’in tüm sevdiklerine cömertçe sunduğu o içten sevgisiyle artan paylaşımlarımız ayrıca, kendimi “aileden biri” yakınlığında hissetmemi de sağlamıştır. Bu hissettirdiği yakınlık da, ondan öğrendiğim mesleksel ve insansal bilgi, terbiye, tecrübelerin yanı sıra, yaşamımla ilgili kimi sıkıntılı anlarda danışabileceğim bir akıl hocası sığınaklığını da beraberinde getirmiştir.
2012’nin ilk aylarındaki böyle anlardan birinde, şu soruyu sormuştum Mete Bey’e: “Mete Bey, gazeteden ayrıldım ve sanırım yeni bir iş bulana dek daha fazla zamana sahip olabileceğim için, umuyorum ki size daha fazla yazı gönderebileceğim. Bir de bir konu hakkındaki düşüncenizi sormak isterim. Avrupa’da örneklerinin daha fazla görüldüğü ‘serbest muhabirliğin’ ülkemizde ve özellikle de yerel basında uygulanabilirliği konusunda ne düşünüyorsunuz? Daha önce de bir süre bu konuya kafa yormuş ancak ülkemiz bakımından pek elle tutulur sonuçlara ulaşamamıştım.”
Mete Bey’in, gazeteden ayrıldığım için belki bir ‘geçmiş olsun’ dileğinde bulunacağını ve sorduğum soruyla ilgili görüşlerini söyleyeceğini tahmin ederken...
Bugün gibi anımsıyorum, aynen şöyle dedi: “İşinden ayrıldığın için seni kutlarım Sabriyeciğim. Bu meslekte işinden ayrılmak, hatta kovulmak bile kimi durumlarda bir onurdur. Bu arada Çetin Altan’ın yıllar önce söylediği bir sözü nakledeyim sana ‘Bizim meslekte kimilerimiz palto tutarız, kimimiz kafa tutarız.’ Sen kafa tutanlarımız cephesinde yerini aldın. O cepheye hoş geldin de diyorum sana.”
İşten ayrılmam karşısında Mete Bey’den aldığım bu kutlamanın bende oluşturduğu şaşkınlık Allah’tan çok kısa sürdü de, hemen arkasından mutlulukla “Bugün hemen yeni bir gazeteye başlasam, bana sizin bu sözleriniz kadar iyi gelemezdi.” diyebildim.
Tüm sıkıntılı anların kasvetini bir anda silip atan içtenliği, onunla konuştuktan sonra yalnızca bir kaplan cesaretinde hissetmenizi sağlamakla kalmaz, aynı zamanda böylesine yürek ferahlığı da verir ve yolunuzu aydınlatırdı. İşte bu aydınlık kişiliği nedenle yalnızca iyi bir insan değil, yakın olduğu insanları da pek çok konuda ‘iyileştiren’ bir insandı Mete Bey.
* * *
Haber, yazı ya da röportaj yazarken ‘Kimsenin üzerine toz kondurmamak’ sorumluğumuzu ondan öğrendim. Kendini kullandırmayarak da ‘Kendinin üzerine toz kondurmamayı…’ Silivri’nin mahkeme salonlarında, birkaç metre uzağında olup dokunamadığı can dostu Prof. Dr. Mehmet Haberal’a onu kucakladığını kollarını birleştirerek anlatırken dostluğu… Aslında çok daha öncesinden başlayan Silivri Nöbetleri’ni, geçen yıl Aralık ayında bir sandalye çekip başlattığı Umut Nöbeti’yle sürdürmek görevini üstlendiğinde direnmeyi ve mücadele etmeyi de ondan öğrendik.
“Sabriyeciğim, fotoğraf çekerken karşındaki kişilere ‘şöyle durur musunuz, böyle geçer misiniz’ demeye çekinme lütfen, onları sen yönlendireceksin” sözleriyle foto muhabirliğini… Ve diğer taraftan da fotoğraf makinemizle görmememiz gereken anları, kişisel mahremiyet sınırlarını yine ondan öğrendim. Bir gazeteciye verilebilecek en büyük ödülün yeni bir görev olduğunu da ondan öğrendim, çeviri yapmanın incelikli yönlerini de… Tüm yaşamıyla örneğini oluşturduğu, bir yurtsever ve bir aydın insan olmanın gereklerini de yine pek çoğumuz ondan öğrendik.
Onun ayrılığıyla, tüm sevdikleri yeri doldurulamaz dostluğunu, Türk basını usta bir gazeteci-yazarını, ülkemiz değerli bir aydınını ve… Tüm yakınlarıyla birlikte okurları da bir öğretmenlerini yitirdi.
* * *
Mete Bey, çok sevgili hocam…
Kara bir Kasım sabahı yüreklerimizin bir yanı yıkıldı. Ne sizden öğreneceklerimiz bitmişti oysa ne de sizinle paylaşmayı dilediklerimiz…
Anımsıyor musunuz, dört yıl önce bir Haziran sabahında Zonguldak’ta kulağıma fısıldamıştınız… “Haberalsız her bu eve gelişimde, bu duvara bir çizik atıyorum Sabriyeciğim” demiş ve eklemiştiniz “İnşallah bu günler de geçecek…”
Biz umudumuzu ayakta tutmayı da sizden gördük, sizden öğrendik…
Şimdi sizden yoksun kalışımızla geçen günlerimiz de, bizim yüreğimizin duvarlarına çizik çizik işleniyor.
Biricik tesellimiz ise ilkesel, düşünsel, mesleki ve insani mirasınızın tümümüzün yolunu aydınlatmaya devam edecek olmasıdır.
Size ne kadar teşekkür etsem az kalır. Anınız önünde saygıyla eğilirim Mete Bey, çok sevgili hocam…