Sağlıklı bir yargılama yapmaları mümkün olmadığı gerekçesiyle Özel Yetkili Mahkemeler 1 Temmuz 2012’deki Üçüncü Yargı Paketi’yle kapatıldı. Ancak ‘elindeki dava bitene kadar açık olacak birisi’ hükümetin doğrudan emriyle başladığı Ergenekon Davası yargılamasına devam ediyor.
Hatırlarsınız, Özel Yetkili Mahkemelerden bir diğeri de, MİT Müsteşarı ile ilgili bir soruşturma başlatınca, Meclis’ten jet hızıyla ‘soruşturma izni yasası’ çıkarılıvermişti. AK Parti, DGM’leri kapatıp yerine ‘aynısının laciverti’ olan Özel Yetkili Mahkemeleri getirdiğinde, ucunun kendisine de dokunabileceğini herhalde hesap edememişti…
Hoş hesap etmese de, önce bu jet yasa, hemen ardından da (dört ay sonra) Özel Yetkili Mahkemelerin büsbütün kapatılması kararıyla, yardan da serden de geçip gitmişti…
Ömrü, elindeki dava bitene kadar olan bu sonuncu mahkemenin savcısı, önceki gün davanın esası hakkındaki mütalaasını okudu. 64 kişi için ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendi.
Katıldığım bazı duruşmalarda ve katılmadıklarımın pek çoğunu okuduğum duruşma tutanaklarında açık seçik görülen, adına Ergenekon Davası denilen bu süreçte ‘bir yargılama’ olmadığıdır.
Çünkü yargılama, hukuk usullerine ve yasalara göre yapılır. Burada usullere uygunluk yok. Ve hukuk dağıtacağı iddiasındaki bir mahkemenin, pek çok kez açıkça yasayı, yasaları çiğnemesine tanık olduk.
Adalet umduğunuz bir mahkemenin, yasayı-yasaları çiğnemesine tanık olmanın yanı sıra, mahkemenin savunma hakkını da hiçe saydığını gördük. Tanıklara, avukatlara söz verilmedi, süreleri kısıtlandı, mikrofonları kapatıldı.
‘Mahkeme heyetinin beğenmediği şeyleri’ söyleyenler, ya ‘yargılandıkları duruşmalara katılmaktan’ yasaklandı ya da dışarıya çıkarıldı.
Ya da…
En son olaylardaki gibi, darp edildiler.
Hukuk dışı biçimde yapılan aramalarda, hukuk dışı biçimde elde edilen deliller, avukatların ve sanıkların tüm yakarışlarına karşın ayıklanmadı…
Bu ‘sanıkların dahi büyük bölümünden haberdar olmadığı deliller’, avukatlardan ve sanıklardan saklandı, onlara verilmedi…
Yani…
Hangi suçlamaya, hangi delillere karşı savunma yapacakları dahi belirsizdi…
Tam keşmekeş…
Güdümlenmiş gizli tanıklara, yalnızca savcı ve mahkeme heyeti soru sorabildi. Sanıkların tanıklarıysa dinlenmedi… Mahkeme ‘tanık beyanı’ istedi, sonra da alay edercesine bu istemleri reddetti.
Mahkeme orada, ‘kendine özgü bir disiplin’ oluşturdu ve bu keyfi disipline uymadığını söylediği hiçbir şeyi umursamadı. Elinin tersiyle itti…
Onun için, savcının 18 Mart talepleri, süreci izleyenler için çok şaşırtıcı olmadı…
Savcının ‘varlığını sabit bulduğu’ Ergenekon yapılanması gerçekten var mıdır, yok mudur?
Buna şimdiye kadar duyduğum en iyi yanıtı veren emekli Yüzbaşı Hasan Yıldırım Ataman’dı…
14 Mart’taki 279. duruşmada aynen şöyle demişti:
“Yapılan pazarlık sonucu esirler alındı. Yakında yeni yargı paketiyle KCK Davası’ndaki tutukluları da serbest bırakırlar. İddia edildiği gibi arkamızda bir örgüt olmadığı buradan belli. Arkamızda örgüt yok. Arkamızda bir örgüt olsa biz de çıkardık…”
* * *
Bir torba düşünün şimdi…
İçine bazı güçlerin her birinin, ayrı ayrı rahatsızlık duydukları komutanları, profesörleri, gazetecileri, rektörleri, avukatları tek tek attıklarını düşünün…
Birbiriyle neredeyse tamamen ilgisiz bu ‘torbadakileri’, zorla ilgili hale getirme operasyonunun adıdır işte Ergenekon…
“İstediğimi, istediğim yerde, istediğim biçimde, istediğim cezayla cezalandırırım” mahkemesidir Ergenekon…
Ülkenin düzeninin emanet edildiği yasaları bile ezip geçen bu mahkeme için tek çözüm nerededir biliyor musunuz?
Mahkemenin ‘adına yargılama yapıyorum’ dediği Türk milletindedir…
Halktadır…
Halkın vicdanındadır…