Bir bayramı daha geride bıraktık, bu yılın dini bayramlarını bitirmiş olduk böylece. Başkalarını bilmem ama ben, 2012 yılının Kurban Bayramı’nı, yüksek öğrenimini yapmak için başka diyarlara yelken açan güzel kızımın, uzaklardan bir başına gelerek aramıza katıldığı, evimizin, kahvaltı savaşlarıyla geçen sevinç dolu günleri olarak anımsayacağım. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu bayramda da içinden çıkamadığım müşkül sorular da birikti içimde. “Kurban” ve “bayram” sözcükleri üzerinde epeyce düşündüm, gazete ve televizyonlardaki tartışmaları ilgiyle izledim ama kavramsal olarak düşünüldüğünde yan yana gelmesi mümkün olmayan “kurban” ve “bayram” sözcüklerini, hangi kültürel ironi, nasıl bir olgusal düzlemde buluşturdu, çözemedim bir türlü… Bizim ülkede, neden gerek duyulduysa Ramazan Bayramına “Şeker Bayramı” denmiş de, bayram gibi ağızlardan çıktığı anda insanın içini ışıklayan şen sözcüğün önüne hiç gelmemesi gereken “kurban” sözcüğünün yerine, bir başka sözcük bulunamamış nedense…
Dileyen bu yazdıklarıma kızabilir, türcü anlayışlara çok ciddi itirazım olduğu için insan gerçekten “eşref-i mahlûkat” mıdır, tartışmak isterim doğrusu. “Tanrı’nın en akıllı, en uygar, en gelişkin varlığı” iddiasındaki insan, doğaya ve Tanrı’nın yarattığı diğer canlılara hiç de gelişkin bir varlığa yakışmayacak şekilde kibirli ve benmerkezci yaklaşarak, yaşam haklarını yok sayıyor çünkü... Kendi varlığını korumaktan vazgeçtim, sıradan ihtiyaçları, nefsanî duyguları ya da oluşturduğu yaşam kültürü nedeniyle doğayı ve başka canlıları egemenliği altına almak istiyor ve bunun için suç işlemekten çekinmiyor kesinlikle. AB normları nedeniyle artık azalmaya başlasa da, bu bayramdan da televizyon ekranlarına yansıyan görüntüleri aklıselimle değerlendirenlerin, ne demek istediğimi daha iyi anlayacağından eminim. Kaçan hayvanlar, ellerinde sopalar, bıçaklar, olmadı patlayıcı silahlarla kovalayan insanlar; içinde insani duygu taşımayan yöntemlerle eziyet çektirilerek boğazlanan hayvanlar… Tüm bu görüntüler, vahşetin ve öldürümün ancak cinnetin kıyısında dolaşan toplumlarda görülebilecek şekilde olağanlaştırıldığını anlatırken, bana da, “Kim uygar sizce, can derdiyle şuursuzca kaçışan zavallı hayvanlar mı? Gözü dönmüş bir şekilde elinde satırla onlar kovalayan insanlar mı?” diye sormak kalıyor.
KURBAN ŞAMAN GELENEĞİ Mİ? Kimse yanlış anlamasın, güncel olduğu için Kurban Bayramı’ndan örnek verdim. Kanada’da, fok balıklarının hunharca, sopalarla öldürülmesini de, Japonya’da soykırıma dönüşen balina avcılığını da, gönlü yoksul, bütçesi varsıl insanların yaptığı kutup ayısı avcılığını da ya da yankee’lerin Nagazaki ve Hiroşima’da tüm canlı yaşamını bitiren bombalarını da örnek verebilirim bu bapta… Kendini “eşref-i mahlûkat” ilan eden insanoğlu, bazen para kazanmak, bazen egemen olmak, bazen dini bir ritüeli yerine getirmek, bazense yalnızca keyif almak için başka canlıları acımasızca yok ediyor… Kurduğu irili ufaklı şirketler, adını devlete çıkararak kutsadığı örgütlenmelerle daha fazla kâr için doğal ve ekolojik çevreyi, geri döndürülemez bir şekilde tahrip ederek de kendi sonunu da hazırlıyor. Üstelik farkında olarak, isteyerek, sonuçlarının ne olacağını bilerek yapıyor bunu… Bana sorarsanız, tüm bunlara bakıp, “İnsan gerçekten yaratılmışların en şereflisi olsaydı, bunca caniliğin altına imza atar mıydı” sorusu haklı bir soru olarak öne çıkıyor...
Hep olduğu gibi bu bayramda da, İslam âlimlerince kurbanın dindeki yeri tartışıldı. Her türlü fikri münazarayı yararlı bulduğum için bu tartışmaları da keyifle izledim... En renklisi Zekeriya Beyaz Hoca’nın katıldığı programlar olsa da, ayrıksı duruşu, muhalif görüşleriyle Müslümanların tefekkür dünyasına bambaşka açınımlar katan İhsan Eliaçık’ın sözleri, üzerinde en çok durulması gereken sözlerdi galiba. “Ben kurban kesmiyorum” diyen Eliaçık meselenin antropolojik kökenine de inerek, kurbanın bir Şaman geleneği olduğunu açıkladı ve “Hacca gitmeyenlerin, kurban da kesmesi gerekmez” dedi. Buna karşı çıkan Beyaz Hoca ise orada kesilen kurbanın çok kısa bir sürede leşe dönüşerek israf edildiğini söylerken, son derece haklı bir yerde duruyordu bana göre. Bu tartışmaların, âdemoğlunun insanlaşma peşinde çıktığı uzun yolculukta son derece önemli bir işlevi olduğunu düşünüyor, barış içinde devamını diliyorum.
EN İYİ OKURLARIMDAN BİRİNİ YİTİRDİM Memlekette bu tartışmalar olup biterken Zonguldak, en renkli simalarından birini yitirdi. Hüseyin Şeker’i tam da bayram arifesinde toprağa verdik. Başsağlığı ve sabır dileklerimi ilettiğim kızı Berran Aydan, “Babam, sana ‘Zonguldak’ın John Steinbeck’i’ derdi. Bütün yazılarını satır satır okur, birlikte tartışırdık.” dedi hüzün dolu bir sesle... Sayın Hüseyin Şeker ile bambaşka dünyaların insanı olduğumuz halde bu beğenisini hiç gizlemedi. En deli dille yazdığım, kendisine tümüyle aykırı olan görüşlerimden bile övgüyle söz etti. Pusula Gazetesi’ndeki köşesinde sıkça da yazdı bunu... Doğrusunu söylemek gerekirse, ben de büyük bir keyifle okuyordum onun yazılarını. Anılarını dile getirdiği yazılardan tutkunu olduğum şehrimin dününe dair bilgiler edinirken, yitip giden doğal güzelliklerine ağıt yakıyordum onunla birlikte. Hiç kaçırmadığım şeyse, kentin dağında bayırında yetişen mevsim bitkileri üzerine yaptığı önerilerdi. Bambaşka tadı ve anlamı vardı o öğütlerin...
Daha çok bir yazı dostluğuydu paylaştığımız. Onun için uzun sohbet etme imkânım olmadı kendisiyle. Birçoğunu gördüğüm fotoğraf albümünden tanığıyım ki, hayattan kâm almayı bilmiş bir kent bilgesiydi Hüseyin Şeker. Son nefesine kadar çocuk yanını, bilgelere özgü nüktedan kişiliğini hep taşıdı yanında. En önemlisi de bir dava adamı, fikir insanı olarak aramızdan ayrıldı. Başkalarının yaptığı gibi hatırı sayılır birikime sahip bir işadamı olarak, fikren de uzağında olmadığı iktidara yamanmak yerine, su katılmamış bir Erbakancı olarak sonsuzluğa gitti. Çocuklarına ne bıraktı bilemem. Ama bize farklılıklara açık olmayı, hoşgörülü davranmayı yaşamında örnekleyerek kalıt olarak bıraktı ki, bu da değme servete değişilmez bir şeydi doğrusu. Bu toplumun yaralarını sarıp, yarınlara doğru daha neşeli, daha ışıklı yürüyebilmesi için, en çok gereksinim duyduğumuz buydu çünkü...
Ailesine, sevenlere başsağlığı diliyorum. Işıklar içinde yatsın gömütlüğünde...