Siz de farkındasınız zaten, elden geldiğince kentsel meseleler dışındaki konulara değinmiyorum bu köşede. Ulusal ya da küresel ölçekli meseleler başka mecralarda, benden çok daha üst düzey kalemlerce enine boyuna yazılıp çiziliyor zaten. Bu yoğun bombardıman içinde suya yazılar yazıp, içinde kaybolmanın bir âlemi yok. Ama bu yazıda olduğu gibi kalemimi tutmam mümkün olmuyor bazen. Farklılıklara hiç de kapalı olmayan, ömrü boyunca herkesin din, vicdan, düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü sonuna kadar savunmuş ve bunun için bedel ödemiş biri olarak söylüyorum ki, Başbakan Erdoğan’ın toplumu en geri duygularına seslenerek attığı gözü kara adımlar hiç de hayra alamet değil... AKP, bir yandan milliyetçi isterilerin kabarmasını sağlayan bir politik dili pervasızca kurarken, diğer yandan ülkede her şeyi sil baştan yapan uygulamaları, farklı çevrelerin duyarlılıklarını hiç dikkate almadan bir bir yaşama geçiriyor. Hemen söylemeliyim ki, çok da yanlış yapıyor…
Bana göre yanlış yapıyor ama Başbakan’ın kurmay heyeti kendi çıkarlarına göre çok da iyi çalışıyor doğrusu. Hükümet iç ve dış siyasette ne zaman bir tıkanıklık yaşasa, türbanla ilgili bir meseleyi ortaya atıp, gündemi hızla değiştiriyor çünkü. En karşısında olanların bile kafasına türban geçirip, oluşturulan karanlıkta, esasa dair meseleleri unutturmak gibi inanılmaz bir meziyetleri var. Laisizm yanlısı olduğunu söyleyen kimi çevrelerse, zaman zaman geliştirdiği antidemokratik söylemle bu oyunun bir parçası oluyor. Herkes de farkında ki ekonominin çarkları zor işliyor son günlerde. Bankalardan alınan kredi balonu üzerinde güçlükle ayakta duran iç piyasa, borç balonunu patlatacak depremin öncü şoklarını yaşıyor. Bankaya gecikmelerle yapılan ya da hiç yapılamayan ödeme oranının yüzde altmışlara dayandığı söylenirken kapanan işyeri sayısının hızla arttığı dile getiriliyor ekonomi uzmanlarca. Ekonominin lokomotifi olan inşaat sektöründeki tehlikeye hükümet yanlısı ekonomistler bile işaret ediyor…
TÜRKİYE İSRAİL’E KALKAN YAPILIYOR Suriye ile savaşın eşiğine geldiğimiz şu günlerde Türkiye’ye gelen bir NATO heyeti, Anadolu’yu karış karış dolaşarak Patriot füzesi yerleştirecek yerleri tespit ediyor. Çok değil, on beş, yirmi gün önce konuyla ilgili soruları, “Benim haberim yok. Kim uyduruyor bunları” diye öfke içinde yalanlayan Başbakan, şimdilerde “Tetik bizde” sözleriyle kamuoyunu yumuşatmaya çalışıyor ama “Türkiye’nin savunması için daha ileri adımlar atmaktan çekinmeyiz” diyen NATO Genel Sekreteri Rasmussen, “Emir komuta elbette NATO’da olacak” sözleriyle yalanlıyor kendisini. Şurası çok açık ki, küresel efendiler, olası bir savaşta, İsrail’i, İran’dan koruyacak bir tampon ülke rolü biçti bize. Anadolu’nun orasına burasına füzeler de onun için yerleştiriliyor zaten. Suriye’den geldiği iddia edilen bombaların amacı da bu, Başbakanın, “Ne pahasına olursa olsun Esed gidecek” babalanmasıyla gerilimi sürekli tırmandırmasının nedeni de…
Hiçbir demokratik ülke yöneticisinde görülmeyen türden otoriter eğilimler içine giren Tayyip Erdoğan, hemen her konuda ileri geri laflar ederek, sözcüğün tam anlamıyla hedef şaşırtıyor. Ne her geçen gün daha da kötüye giden ekonomiyi konuşabiliyoruz bu yüzden, ne de ülkenin dış politikada yaşadığı tehlikeleri. Fark etmişsinizdir mutlaka, çalışma yaşamını baştanbaşa değiştiren ve milyonlarca çalışanı birebir ilgilendiren “Sendikalar, Toplu Sözleşme ve Grev Kanunu” kamuoyunda bir gün bile konuşulmadan girdi yürürlüğe. Hukuk ihlallerinin, kamuda sürdürülen keyfiliğin, yapılan hesapsız yatırımlarla çarçur edilen kaynakların haddi hesabı yok. Tüm bunları gündemimize hiç almazken, hükümetin mağduru oynayabilmek için uzattıkça uzattığı türban sorununu gece gündüz doluyoruz dilimize. Dahası onlarca yıldır, türbanla yatıp, türbanla kalkıyoruz. AKP’nin PR danışmanları oyunun böyle oynanmasını istiyor çünkü. Dünyada, on iki yıldır iktidarda kalıp da, hâlâ mağduriyet edebiyatı yapabilen tek örnek olarak kalmalarının sırrı da burada saklı bence…
ÜÇÜNCÜ MEŞRUTİYETE Mİ GİDİYORUZ Hükümet bu konudaki son kozlarından birini oynadı, Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilkokul, ortaokul ve liselerde kılık kıyafeti düzenleyen yönetmeliğini değiştirerek, sözde kılık kıyafet serbestîsi getirdi. Tarihin tecellisi denen şey bu olsa gerek, yönetmelik tam da, Antalya’da, gittikleri piknikte içki içerken çektirdikleri fotoğrafı, sosyal paylaşım sitesinde yayımlayan öğretmenler hakkında soruşturma açıldığı haberinin gazetelerde yer aldığı gün çıktı Resmi Gazete’de. Piknikte içki içmeyi cezalandırılması gereken bir suçmuş gibi gören anlayışın, yüzündeki “özgürlükçülük” maskesi ilk günden düşerken, gerçek niyetleri de açığa çıkmış olmuş oldu böylece… Hiç tartışmasız olarak söylüyorum ki, AKP, kendine sınırsız bir özgürlük alanı yaratırken, kendi inançları dışında her şeye yasak getiren ikiyüzlülüğün adı olacak geçecek tarihe. Bir yazarın çok doğru bir şekilde tespit ettiği gibi, bunların “ileri demokrasi” söylemi, “Üçüncü meşrutiyet” talebinden ibarettir yalnızca…
Durduk yerde başlatılan “Muhteşem Yüzyıl” tartışmalarında da bunu görmek mümkün, Çamlıca ve Taksim’e yapılması düşünülen cami projelerinde de… Ülkenin herhangi bir yerinde, bir dini mabet gereksinimi olabilir. Bu çok yakıcı bir ihtiyaç olarak da çıkabilir ortaya. En fazla devletin ilgili birimi ile o çevrede yaşayan insanları ilgilendirmesi gereken bir durumun, miting meydanlarında Başbakanca dile getirilmesi, malzeme yapılması ülkede ön yargıları körükleyecek bir şovdan başka nedir sizce? Hele hele, “Öyle bir cami yaptıracağım ki, İstanbul’un her yerinden görünecek” şeklinde cesameti, estetik ve zarafetin üstüne çıkaran söylem, “halkın en geri duygularına seslenip oradan beslenmek” biçiminde ortaya çıkan ilkellikten başka ne olabilir ki? Soruyorum herkese, tüm bunların AKP’ye kazanılacak oylar dışında ne hayrı var ülkeye? Bence hiçbir hayrı yok. Olmadığı gibi başkalarını ötekileştirip, daha da karanlıklara sürüklenmekten başka hiçbir işe de yaramıyor ne yazık ki…