Bizden önceki kuşakların kendi aralarında sıkça kullandığı sözdü. Konuya göre öznesi değişse de “… dediğin döver de, sever de.” sözleri dile getirilirdi sıkça… Bir yaşam biçiminin, dünyayı kavrayış felsefesinin, toplumsal algının halk diliyle ifade ediliş biçimiydi aslında bu sözcükler. Genetik kotlarımıza yazılan şifreye göre anne, baba, ağabey, koca, polis, devlet… velhasıl erki temsil eden kim varsa, gerektiğinde şiddet uygulayabilirdi bize. “Seviyorum lan” cinayetlerinin altında yatan da, “hakkı kötektir” sav sözlerinin de altında yatan buydu.
AKP’li zevat “İleri demokrasiye geçtik, ceberut devlete son verdik” diye şişinip dursun, çağın gelişimine koşut olarak kimi iyileşmeler olsa da devletin kahhar gücü, ceberut yüzü tüm acımasızlığı, zorbalığı ve merhametsizliğiyle duruyor ortalık yerde. Tonlarca biber gazının, sıkılan milyonlarca merminin başka ne anlamı var sizce? Devlet bu, gücünün yettiğine burnundan kıl aldırmayan bir kibir ve “Ben devletim, işinize gelirse” şımarıklığıyla haddini bildirmeye çalışıyor. Aparat öyle köklü ki, bazen kendini besleyen güçleri de hiç çekinmeden pençesi altında eziyor. Mağdurun zalim, zaliminse mağdur olduğu durumları görmek için ülke tarihinin darbe dönemlerine kısaca göz gezdirmek yeterli bence…
Devletin ceberut yüzü, Bartın’da olduğu gibi, bazen, bir vali suretinde zuhur ediyor. İzlemişsinizdir, Bartın Valisi Bülent Savur nereden aklına estiyse Saadet Partisi il örgütünü ziyarete gitmiş. Kendisini kapıda il başkan yardımcısının karşıladığını öğrenince masayı yumruklayıp, kükremiş: “Ben devletim, cumhurbaşkanını mümessiliyim bu memlekette. İl başkanının karşılamadığını bilseydim, buraya girmezdim…” Bununla kalsa yine iyi: Tüm nezaket kurallarını unutup, misafir olduğu hanede lafı ev sahiplerinin ağzına tıkayıp bir şeyler söylemek isteyen il başkan yardımcısına, “Hâlâ konuşuyorsun. Böyle olursa kalkar giderim. Yalnızca il başkanı konuşsun.” demiş. Sonrası bir başka rezalet: “Döver de, sever de” kültürünün bu ülkedeki en önemli taşıyıcılarından biri olan Saadet Partili zevat, “Bu ne densizlik” deyip kapıyı göstermek yerine, “Özür dileriz efendim, bilmiyorduk, öğrendik, mazur görün” diyebilmiş yalnızca...
KAFKAESK OLAYLAR 864 rakımlı tepedeki zat ne düşünür bilmem, ama özgüveni doruklarda dolaşan Bay Bülent Savur demokratik bir ülkedeki cumhurbaşkanının değil de vatandaşı kul sayıp her türlü zilleti reva gören ceberut devletin temsilcisi bana göre… Biraz daha zorlasa, maazallah, kendini tanrının Bartın ve civarındaki gölgesi ilan edecek. Şöyle bir soru geliyor aklıma: Şayet Saadet Partisi’nin garibanlarını değil de AKP’nin muktedirlerini ziyaret etseydi, Bay Vali, aynı tavrı takınabilir miydi sizce? Benim yanıtım, kesinlikle hayır. Ziyaret ettiği kişilerin değil de kendisinin memur olduğunu, dövüp-sevme hakkının bu kez iktidar partisinde olduğunu anımsayarak, çok büyük bir olasılıkla susacaktı. Evde karısını döven erkeğin, polis copu karşısında esas duruşa geçmesi gibi tuhaf bir psikolojiydi bu… Demokrasi dediğin üstünlerin hukuku, erkler hiyerarşiydi ayrıca onlara göre…
Ya Çaycuma köprü faciası sonrasında yaşananlara ne demeli? Cumhuriyet Başsavcılığı 15 kişinin ölümüne neden oldukları gerekçesiyle Karayolları ve DSİ yetkilileri ile Çaycuma belediye başkanı hakkında soruşturma izni istemiş. Kastamonu valisi Karayolları, Zonguldak valisi DSİ, İçişleri Bakanlığı ise Çaycuma Belediyesi hakkında soruşturma açılmasına izin vermemiş. Bilumum devlet yetkilileri yasal mevzuatın arkasına suçu gizlerken, ölen on beş canın devlet nezdinde sinek kadar kıymeti olmadığını da belgeleyivermiş böylece. Hikmetinden sual olunmaz devletimizin, “ölen ölür kalan sağlar devletin” yasası, ta Göktürklerden beri yürürlükte demek ki. Öyle anlaşılıyor ki, “körlerin sağırları ağırladığı garabet”, değil 21. yüzyıla, 1071. yüzyıla da girsek değişmeyen bir Türkiye gerçeği olarak yer alacak yaşamımızda…
Olaydan çok değil, birkaç gün önce, “Bu köprünün ayakları tehlikede” diye bas bas bağıran emekli öğretmen Mevlüt Kırnapçı’yı duymazdan geldiğine göre, işine gelmediği zamanlarda devlet denilen aparatın bir gözü kör, bir kulağı da sağır oluyor demek ki... Pençesinin geçtiğine aslan galiba o. “Köprü tehlikede” haykırışını duymadığı Kırnapçı’nın, öğretmenlik yaptığı zamanlarda “köyümü yağmalıyorlar” haykırışını duymuştu örneğin. Ortalık yerde bağırıp durduğu için de, “ciğerleri açılsın” diye, Zonguldak’ın en ücra beldesine sürmüştü. Mahkeme nice zaman sonra hukuksuzluğu bozdu ama geç gelen adalet, adalet olmadı. Sevgili Kırnapçı daha fazla dayanmayıp emekli olmuştu çünkü… Bu ceberut devlet bazen çok eğlenceli oluyor, Kafkaesk hikâyeler yazdırıyor bize… Kafka bir de bunları görseydi, ne kitaplar yazardı Allah bilir…