Olan biten karşısında yılgınlığa kapılıyorum çoğu zaman, ne yaparsak yapalım altı gibi bahtı da kara kentimin makûs talihi hiç değişmiyor çünkü. Kim iktidara gelirse gelsin, herkesin bildiğini okuduğu bir garabet, anayasanın değişmez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez maddeleri gibi yürürlükten hiç inmiyor. En iyi bildiklerinden olacak, yasaları en çok onu korumakla görevli, olanlar deliyor. Belediyeler, İmar Kanunu ve ilgili diğer mevzuata göre beldeleri şekillendirme, yaşanabilir mekânlar üretme değil de, yasalara bin takla attırarak rant yaratma görevi üstleniyor. Yerel basındaki şakşakçılar eliyle yapılan dezenformasyonla da gerçek alt üst edilerek, içinden çıkılması mümkün olmayan bir cangıl, “çağdaş kent” diye yutturulmaya çalışılıyor bize…
Kimilerini tenzih ediyorum ama kent halkı ile bütün sivil toplum örgütleri de sorumlu bu durumdan. Kabul etmek gerekiyor ki, anamalcı düzenin vahşi yüzü, “toplumsal fayda” denen kavramı unutturduğundan beri, “rant manyağı” olduk adeta. Dokumuz, yaşam felsefemiz, hayata bakışımız değişti. Yapılan hukuksuzluklara, öfke ile değil de, “bundan ne çıkarım olur” duygusuyla bakıyoruz. Canımız yanar, ucu bize dokunursa anca çıkıyor sesimiz. Onda da kopkoyu bir yalnızlık sarmalıyor bizi, başkalarının canı yandığında yanında olmadığımız için biz de başka bir ses katamıyoruz cılız sesimize… Tüm bu hengâmedeyse atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş oluyor.
HİÇBİR ŞEY SAHİH DEĞİL BU KENTTE Sizlerde de oluyor mu bilmiyorum. Başka memleketlerin gelişip büyürken, Zonguldak’ın her geçen gün daha da küçülüp çirkinleştiğini yazan kalem efendilerinin, bir yandan da kenti bu hale getiren zevatı “mümtaz şahsiyetler” olarak kutsayan yazılarını okurken içim kalkıyor artık. Yüzlerine tüküresim geliyor da beceremediğim için kuru kuru yutkunuyorum yalnızca. Apaçık görünüyor, kentsel ranta el koymak isteyen güç odakları, siyasetçiler, yerel yöneticiler ve gazeteci müsveddelerinden oluşan birçok çete var Zonguldak’ta. Zaman zaman birbirleriyle de çatışan bu çeteler suç ortaklıklarını gizlemeye bile gerek görmeden dolaşıyorlar ortalıkta… Kalemşorlar dün ak dediğine, bugün kara demekten çekinmeyen yazılar kaleme alıyor… Öngörülerinin yanlış çıktığı, yanıldıkları ortaya çıkıyor ama “yüzsüzlüğün bu kadarına da pes” dedirtecek şekilde, hiçbir şey olmamış gibi inciler döktürmeye devam ediyor…
İddialı bir cümle olacak ama kurmadan edemeyeceğim: Ne sağcısı gerçek sağcı, ne Müslüman’ı gerçek Müslüman, ne sivil toplum örgütleri gerçek bir sivil toplum örgütü, ne de solcusu gerçek solcu bu kentin. Sağcısı vatan, millet edebiyatı ile bayrak sallayıp Kürt düşmanlığı yaparak sağcı olduğunu zannediyor. Müslümanlar şekli kimi ritüelleri yerine getirmekle yetiniyor yalnızca. Sivil toplum örgütleri ise deveyi tuttuğu yerine göre tarif eden kör gibi gerçeklere gözünü koparken, ezberindeki üç beş cümle ile devrim hayali kuran solcular, emekçi eylemleri dışında kentsel tüm sorunlara gözünü yumuyor adeta. Sormak istiyorum herkese: Şuurlu bir Müslüman minaresi yolun ortasına kurulmuş gecekondu bir camide gönül huzuruyla ibadet edebilir mi sizce? Tüm mahareti badem bıyık bırakıp, cami cemaatinde görünmekten ibaret olan bir ham ervahın hiç de hak etmediği makamlara atanmasına, salt “bizden biridir” diye gönlü razı olabilir mi?
ZONGULDAK VATAN TOPRAĞI DEĞİL Mİ? Bu kentin sivil toplum örgütleri gerçek bir sivil toplum örgütü olsaydı bunca imar yanlışı; doğanın, tarihi ve kültürel mirasın acımasızca tahribi bunca kolay olabilir miydi? 1 Mayıslarda haklı bir coşku ile büyük kitleleri alanlara taşıyan solcu dostlarım, Uzun Mehmet Anıtı etrafına yapılan dev bloklarla görünmez hale gelirken nerelerdeydi acaba? Yeşil alanlar bir bir ortadan kaldırılır, göz dönmüş bir rant hırsıyla yaşadığımız sokaklar, caddeler, mahalleler tarumar edilirken, hangi düşün peşindeydik sahiden? Ey bu kentin ülkücüleri, Türkçüleri, Ergenekoncuları Zonguldak denen bu kara bahtlı kent, bu vatanın bir parçası değil mi? Tanrı dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslüman olan sizler gözünüzü Beluça Dağı’ndan bir anlık da olsa ayırıp kendi sokağınızda son kalan toprak parçasını, çiçeklenmeye başlayan ağacı yok eden iş makinesine yöneltemez misiniz?
Tek parti dönemimin başbakanı Refik Saydam “Devlet idaresi A’dan Z’ye bozuktur, düzeltmek ister” sözü ile geçti tarihe. Tarihe not düşmek için söylemiyorum ama bizim kentte de A’dan Z’ye her şey bozuk gerçekten, pek çoğunun da düzeltilmesi mümkün değil ne yazık ki. Bu yüzden öfkeliyim herkese. Çocuklarıma yaşanabilir bir kent bırakamamanın mahcubiyetini duyuyorum içimde. Sokakta karşılaştığım bir vatandaş, “Yazılarını okuyorum. Çok sert yazıyorsun. Herkesle kavgalı gibisin sanki.” dedi. Elimle kenti göstererek, “Bize bu zilleti reva görenlerle barışık olmam, doğru mu sizce?” dedim. Etrafa dikkatle baktıktan sonra boynunu büktü ve “Haklısın valla” dedi yalnızca. Kaldırımı olmayan eciş bücüş sokaklarda balkonu yoldan geçen insanların kafasına değecek şekilde yapılan rezidans bozuntularını gördükçe öfkelenmeyip de ne yapabilirdim ki?