Bazı sırlar hep sır olarak kalmalıdır.
“Anlamıyorsun, tek bir damlada boğuluyorum.” dedi kadın. Adam düşündü düşündü, bulamadı bu tek damlanın ne olduğunu. Kadına ise hiç sormadı, biliyordu ki anladığı vakit, o tek damla adamı da boğacaktı.
Bazı gerçekler vardır. Kimsenin bilmesini istemediğimiz. Kendimize bile söylemekten korktuğumuz, içimizden bile geçirmeye utandığımız gerçekler, o tek damlalar…
Bu kadın kendi damlasını yüksek sesle söylemiş, ondan sonra da hiçbir şey, hiçbir şey olarak kalmamıştı. Her gün aynı saatte kalkar, işe gider, sohbet eder, güler, ağlardı.
Ama geceleri; göle atılan taşın dalgaları, onun yüreğinde halka oluşturmaya başlardı. Uyumak sadece uyumak için çıldırasıya emek harcardı. O damla, onun içine taşarken gözlerinden sadece kuru bir yaş düşerdi. Bu zavallı kadın cesur olduğunu sanırken, bir kaşık suda boğulduğunun farkında bile değildi.
Yeryüzüyle, gökyüzüyle savaşabilirsiniz ama kendi gerçeğinizle başa çıkamazsınız. Bir yara, biri sızı, bir katre durur, çok derinlerde.
Vakitsiz geceler vardır. Nerden geldiğini bilmediğiniz bir ses uyandırır sizi düşlerinizden. Bu kadın da o düşlerinde görmüştü gerçeğini. Yatağında doğrulmuş tekrar etmişti: Mavi güller… Adam uzaklaştı kadından, kadın “Gitme” demedi. Uzandı gökyüzüne, kapattı gözlerini hayatındaki hiçleri düşündü. Uzaktan seyretti insanları, o kadar küçüktüler ki, birer karınca misali.
O tek damlada boğulmuştu kadın, gerçekleri o kadar ağırdı ki, dünyadan kaçma zamanı gelmişti, biliyordu.
Kısa bir hikâyeydi onunki. Vakitsiz bitmemişti. Ne erken ne geç.
Tam zamanında bulmuştu aradığı gerçeğini, sonra da yaşamanın bir anlamı kalmamıştı onun için. Bir melek olarak devam edecekti yoluna, bu sefer cesur bir melek. Ve gerçeğini arayan insanlar, o tek damlada boğularak, insan olmaya devam edeceklerdi.