Bir sonbahar daha geldi, çattı kapımıza. Bir yaprak dökümü daha hayatımızda… Sararan yapraklarla birlikte, akıl da uçup gitti rüzgârla.
Ne tuhaf şey insanın ömrü…
Tabiatın kucağında yaşadıkça ona benziyor hayatlarımız da.
Bir ay, Kasım ayı…
Yağmur altında kalpleri yıkama vakti,
Bir kahve alıp candan düşüncelere dalma vakti,
Bir sıcaklık arama, bir inziva vakti,
Sonbahardan intikam alma vakti,
Upuzun bir yolda tek başına yürüyüp hiç arkaya bakmama vakti,
Kendini rüzgâra bırakıp bırakmama kararsızlığını tatma vakti.
Kim bilir belki de acıları hatırlama vaktidir, sonbahar.
Düşen her yaprak, eski bir şeyleri hatırlatır insana. Sararmış, çürümeye yüz tutmuş bir yaprak tam ölümün ucundayken bir ilkbahar daha umut etmez mi kalpleri?
Elbet eder, bizim de o yapraklardan bir farkımız yok ki!..
Biz de yeşerip sararıp yok oluyoruz toprakta. Geçmişi özlemle hatırlayıp küçük bir yaprak olmak istiyoruz.
Tabiat o kadar içimize işlemiş ki, ondan uzak durmak, cinayetten farksız.
Bir yaprak düşer, ben düşerim.
Bir bahar başlar, ben başlarım.
Bir rüzgâr eser, ben eserim.
Bir bulut çöker, ben çökerim.
Sonra bir yağmur yağar, ben de yağarım. Bir toprak kokusu sarar yeryüzünü, ben içime çekerim.
Vakit, geçmişi hatırlama vakti,
Mevsimlerden sonbahar,
Aylardan Kasım,
Ve kalemimde bir sarı leke daha…