“Yeniden başlasaydım hayata, her şeyi değiştirirdim.”
Yorgun dudakları, rengini kaybetmiş; gözleri sımsıkı kapalı, kirpiklerinde tuzlu suyla ölümü bekleyen bir adamın son sözleriydi, bu…
Suya edilmiş bir dua gibi odada halkalar oluşturdu o kalın sesi. Herkes susmuş, değiştirilmesi gerekenleri düşünüyordu. Ölmeden öyle bir miras bırakmıştı ki bu adam, bir girdabın içine çekmişti tüm insanlığı…
İşte oradaydı cansız kanıt, tüm soğukluğuyla fısıldıyordu.
Ölüm yok muydu bu tünelin ucunda?
O zaman neden aynı istikamette, aynı hızla gidip duruyorduk.
Hangi kalem yazmıştı bunu, bu kuralları kim sarmıştı başımıza, ne kadar önemliydi başkasının ne düşündüğü?
Benim ölümlü hayatım, başkasının ağzından çıkacak birkaç kelimeden daha fazlası etmez miydi?
***
Kuyuya atılan bir bozuk para sesi, kulaklarımda… İstediklerimiz, istemediklerimizden daha az değil. Yaptıklarımız, yapmak istediklerimizin yarısı bile değil.
“Değiştir beni; içimi, hücrelerimi, kan grubumu...” dedi kadın; “Yaşadıklarımı al, hepsi senin olsun, bana yeni bir gökyüzü ver.”
“İzin verirler mi buna? Her şeyi yerle bir etsem, bütün canlıları tek tek yok etsem, akıp taşsam, yanıp kül olsam, sen istemedikten sonra seni asla değiştiremem.”