Selam dostlar…
  Hep söylerim bu ülkede yaşayan toplum bazen ileri demokrasiyi istemiyor. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri sürekli derin devlet mi diyelim, yoksa gladyo mu diyelim, askeri vesayet mi diyelim, bilmiyorum ama demek hep geçiyor içimden.
  Düşündükçe aklıma devlet üretme çiftliği geliyor. Nasıl mı? 29 Ekim 1923 yılından beri gelişen tarihi olayları arkanıza yaslanarak bir film şeridi gibi gözünüzün önünden geçirin. Şunu yapmayı da unutmayın sakın, devlet baba gözü ile değil özgür bir birey gözü ile izleyin. Gelin hep beraber izleyelim.
  Devlet kurulduktan sonra bir sürü ayaklanma, isyan, bunların bazıları dini, bazıları etnik bazıları organize bir şekilde kışkırtma sonucu olmuş olaylardır. Bu ayaklanmalar sonucunda binlerce kandırılmış ve ya kanmış vatandaşımız hayatını kaybetti.
  Evet, yanlış değil. İşte Dersim, işte Şeyh Said örneklerinde olduğu gibi maalesef sisteme başkaldıranı yok ettik. Demokrasi içinde konuşarak sorunlarımızı çözmeye bir türlü alışamadık. Geçmişten ders alamadık. Belki de ülkemizdeki bazı güçler buna izin vermiyor, yönetimi paylaşmak istemiyor, elindeki gücü kaybetmek istemiyor.
  Daha sonraki yıllarda hepimizce malum olan 60 ihtilali, 70 muhtırası, 80 darbesi, 28 Şubat post modern darbe girişimi ve 27 Nisan e-muhtırası. Ama bu gün Başbakan’a ithaf edilen suçların aynısını o günün Başbakanına yapmadılar mı? Bilmem kaç uçak dolusu altın kaçırmışmış… Ya inanın insanın aklı almıyor ama maalesef bu ülke Başbakanını ve 2 bakanını idam etti. Peki, bu derin yapıya bu gizli güce yetti mi? Hayır yetmedi, daha çok kurban istiyor.
  Yetmedi tabi ki, bugün Başbakanın tabiri ile paralel yapıyı sahaya süren, 35 yıldır devlete sızmasına izin veren aynı güç değil mi? Bugün hükümete bir nevi başkaldıran aslında devlete başkaldıran… Örnek mi istiyorsunuz? MİT tırlarına el koymaya çalışması. Devletin üst düzey yöneticilerinin kullandığı kriptolu telefonların dinlenmesi gibi. Bu paralel yapı kendi kendine gelişmedi, bu noktaya gelmedi. Askeri vesayet ile yapamadıklarını bir sivil oluşum olan ancak uluslararası bağlantıları olan yapıyı harekete geçirdiler. Bunları aşmanın tek yolu var millet iradesine saygı duymakla mümkündür.
  Demokrasilerin olmazsa olmazı seçimlerdir. Hükümetler seçimle gelir seçimle gider ama ülkemizde resmi ideolojiyi savunan siyasi partiler ve onun paralelinde olan kurumlar sivil toplum kuruluşları bir türlü içlerine sindiremiyorlar. Bu da bizim demokrasi anlayışımızı maalesef uluslararası toplumda çok kötü bir duruma düşürüyor.
  Oysa bu siyasi partiler toplumla barışık olsa, toplumun tüm katmanlarını olduğu gibi kabul etselerdi, militarist ve ideolojik davranmasalar. Yani şunu söylemeye çalışıyorum bugün ülkede 4 tane siyasi partinin Meclis’te grubu var, 2 tanesi CHP ve MHP ülkenin Güney Doğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde hemen hemen hiç yoklar, olmadıkları gibi liderleri bu bölgelere de gitmiyorlar. Bir diğeri BDP sadece bu yazdığım iki bölgede varlığını sürdürmekte ülkenin batısında hiç yok. Oysa AK Parti ülkenin seksen bir ilinde var ve oy almaktadır. Tüm bunlar bizim toplum olarak ne kadar demokrasi özürlüsü olduğumuzun göstergesidir aslında.
  Birbirimizi dinlemesini öğrenebilseydik, fikirlerimiz ile tartışmasını öğrenebilseydik, bunları aşabilseydik eğer, bu ülke dünyada eşi benzeri olmayan bir konuma gelir ve dünyada söz sahibi olurdu. Her şey geçmiş değil, neden olmasın? Ülkemizde barışın hoşgörünün ve kardeşliğin yerleşmesi temennisi ile hoşça kalın…